31 Ağustos 2010 Salı

Tanrı Dağı Kadar Türk, Hira Dağı Kadar Müslüman, Himalayalar Kadar Demokrat

Ordusunun kuruluşu Atilla önderliğindeki Hun Türklerine dayanan bir milletin elbette demokrasisi de Hun Türklerine dayanacaktır. Bu zamana kadar hep Batıda ortaya çıktığı sanılan ve bu sanrı yüzünden oradan gelmesi beklenen demokrasinin aslında Doğuda ortaya çıktığı gerçeği yıllardır İsviçreli bilim insanlarının beş açılı diş fırçası, ozon delmeyen deodorant, peynir fondüsü gibi tuhaf icatları sayesinde dikkatlerden
kaçırılmıştır. İşin gerçeği ise Orhun Yazıtlarından binlerce kilometre uzakta, Avrupa’nın neredeyse ortasında geçtiğim yıllar bulunan Baytun yazıtlarının çözülmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu yazıtlara göre; Demokrasi, Hun Türkleri’nin Avrupa içlerine akınlarıyla birlikte Orta Asya’dan gelmiş en eski Şaman Türk geleneklerinden yalnızca bir tanesidir (diğerleri için bkz: pastırma, at, silah).

İşte ilkokuldan bu yana tarih atlaslarımızda gördüğümüz göç oklarının Karadeniz’in kuzeyinden dolaşarak Avrupa’ya giden, yani Avrupa’yı imparatorluk boyunduruğundan kurtaran parçası Türk demokrasisini içinde barındıran bu parçadır. Her ne kadar tarihçiler Roma İmparatorluğu’nun yıkılışını barbarların saldırılarıyla açıklasalar da bu tarihi olayın iç yüzü farklıdır. Atilla önderliğindeki Hun Türklerinin Orta Asya’da kuruyan iç deniz nedeniyle oluşan kuraklıktan kurtulmak için başlattıkları ve pastırma yiyip kımız içerek tamamladıkları bu göç yolculuğu sonucunda Avrupa toprakları demokrasiyle tanışmıştır. Elbette ki demokrasiden daha geri bir toplumsal yapı olan imparatorluğunun buna dayanması beklenemezdi. Nitekim öyle oldu; Roma İmparatorluğu yıkıldı ve Avrupa topraklarında pek çok krallıktan oluşan daha demokratik bir toplumsal yapıya geçildi (monarşik çoğulculuk bu tarihten sonra siyasi literatüre girdi).

Fakat bu yozlaşmış eski kıta Türkler üzerinde olumsuz etkilerini yavaş yavaş göstermeye başladı ve Küçük Asya'ya (bugünkü Anadolu) çekilen Türkler, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı gibi devletler kurarak yeni yurtlarına tutunmaya çalıştılar. Bu esnada at sırtında itinayla getirdikleri demokrasi unutulmaya yüz tuttu ve eski kıtanın eski toplumsal yapıları yavaş yavaş üzerilerinde hakimiyet kurmaya başladı. Bu hakimiyetin en güçlüsü Osmanlı İmparatorluğu olarak zuhur etti.

Yine de her ne kadar yüzyıllar süren Osmanlı İmparatorluğu kesintisi nedeniyle bir tür yabancılık baş gösterse de nihayetinde demokrasi kavramı Türk milletinin genlerinde yer aldığı için imparatorluğun bu yüzyılın başından itibaren yerini cumhuriyete bırakmasıyla birlikte çiçeklerin baharda açması gibi demokrasi de Türk milletinin bağrında açmaya başladı.

İşte yüce Türk demokrasinin bu uzun ve meşakkatli yolculuğunun son durağı, demokrasi baharının en güçlü hissedildiği yer şu anda İzmir adıyla bilinen Smyrna kenti. Kuruyan bir iç denizin kıyısından gelen bu göç kolunun torunları yine bir deniz kıyısına yerleşmiş ve pastırma, at, silah gibi geçmişten gelen değerlerini kumru, fayton, üzerinde kalpaklı Atatürk bulunan Türk bayrağı olarak devam ettirmekte. Yani bu kentteki kumru yeme ritüeli ve genç kızların omuzlarına Atatürk’ün imzalarını dövdürüp laik-demokratik cumhuriyeti savunurken bir yandan da Kürtleri taşlamaları binlerce yıllık Türk demokrasi geleneğinin günümüzdeki tezahürü olarak karşımıza çıkıyor.

Böylesine köklü bir demokrasi geleneğine sahip bu milletin kurduğu devlette askeri vesayetin varlığından söz etmek en hafif deyimle abesle iştigaldir. Bu yüzden hali hazırda genetik açıdan demokrat olan Türk milletinin ve dolayısıyla devletinin demokratikleştirilmesi iddiasıyla yapılan anayasa değişikliği referandumunda “hayır” oylarının çok çıkmasını garipsememek gerekir.

0 yorum: