7 Ağustos 2010 Cumartesi

Barajlar ülkesi...

Türkiye gerek enerji üretimi gerekse politika üretimi alanında bir çok baraja sahip olan bir ülke. Devletimiz, olur olmadık her yere HES yapmanın yanı sıra politik alanda da engelleri çoğaltmayı seven bir zihniyete sahip. Derelerin özgür akmasını engelleyen bu yapı, aynı zamanda seçmenlerin de istedikleri partiye özgürce akmasını engelliyor.

Seçmenlerin özgürce akmasını engelleyen bu siyasi yapıda aslında iki sistem bir arada yürütülmekte. Yani Türkiye'de sistem hem bir cumhuriyet hem de bir krallıktır ve bu iki sistemin başındaki kişi aynı olmakla beraber sıfatları farklıdır. Cumhuriyet sisteminde yürütmenin yani bakanlar kurulunun başına "Başbakan" denir. Aynı "Başbakan" krallık sisteminde ise "Barajlar Kralı" olarak adlandırılır. Yani Türkiye'de her Başbakan aynı zamanda Barajlar Kralı'dır. Sistemin başına geçen herkes -muhalefetteyken aksini düşünse de- ülkenin ilerlemesinin tek yolu olarak enerjide ve siyasette istikrarın korunması gerektiğini ve bunun da barajları koruyup geliştirerek gerçekleşeceğini düşünür.


Günümüzün Barajlar Kralı -yani Başbakanı- Recep Tayyip Erdoğan, bir zamanlar Sakıp Sabancı'nın 'sosyalistlerden daha sosyalistim' demesi gibi çevrecilerden daha çevreci, demokratlardan daha demokrat olduğunu söylüyor. Ve fakat yine Sabancı'nın "sosyal" olmadığı gibi o da çevreci veya demokrat değil.

HES'ler konusundaki korkunç çevreci performansından sonra en son olarak seçim barajının kalkması halinde siyasi istikrarın tehlikeye gireceğini söyleyerek sığ bir demokratlık performansı gösterdi. Üstelik bir bakanı “batıda da seçimlere katılım çok düşük oluyor” diyerek iktidarın parlak zekasının bir örneğini daha ortaya koydu. İktidar partisinin demokrasi ikliminin çok bulutlu olduğu bundan daha iyi açıklanamazdı herhalde.

Barajlar Kralının istikrar sevgisi bu topraklardaki hafıza-i beşerin nisyan ile malul olduğunu yine kanıtladı. Anlaşılan kendilerinden önce gelen partilerin içine düştükleri durumu unutmuşlar bile. Kendi partilerinin asla baraj altında kalmayacağını düşünenlerin hali ortada: Parlamenter siyasetten silindiler. Dileğim odur ki muhalefetteyken karşı çıktığı seçim barajını iktidardayken istikrar kılıfında savunmaya kalkan herkes bu lanetten nasibini alsın.

Muhalefetteki CHP ise adeta “yuvarlak rakam vermeyeyim de salladığım anlaşılmasın” dercesine ortaya attığı %7 gibi tuhaf bir öneriyle seçim barajına karşı çıkmaya çalışıyor. Neden evrensel olarak makul olduğu kabul edilen ve seçmenlerin büyük çoğunluğunun temsiline olanak sağlayan %5 veya %3 değil de %7...?

Birincisi; CHP bu önerinin AKP tarafından kabul görmeyeceğini biliyor ve dostlar alışverişte, seçmenler yasamada görsün kabilinden bir girişimde bulunuyor. “Biz teklif ettik onlar kabul etmedi”nin getirilerinden faydalanmak istiyor. Bir tür demokrasi illüzyonu denebilir. Türkiye siyasetinde elinde yürütme yetkisi yokken demokrasi şampiyonu kesilip, yetkiyi alınca “ama sizin sırtınızda yumurta küfesi yok” diye yan çizmek köklü bir gelenektir.

İkincisi; Kürtlerin çoğunlukla oy verdiği parti(ler)in aldığı oy oranının üst sınırının %7'ler civarında olması.

Yani 'barajı indirip demokrat olduğumuzu gösterelim' ama yıllardır ardı ardına kapatılan partilerinin kökleşememesi ve seçim zamanı devlet baskısı ve seçim sonrası sandık katakullileri yoluyla oyları belli bir oranda (%5 - 6) tutulan 'Kürtler meclise yine giremesin'... (Konumuz Kürt partilerinin bu oranı geçememekteki kendi payları olmadığı için, o kısmı geçiyorum).

İşte gelmiş geçmiş bütün darbecilerin, statüko savunucularının, iktidarların ve muhalefetlerin yıllardır müesses nizamı korumak adına cansiparane bir şekilde savunduğu %10 seçim barajı, Türkiye'nin en büyük barajıdır.

Yoksa siz en büyük barajı Atatürk Barajı mı sanıyordunuz?

0 yorum: