7 Ağustos 2010 Cumartesi

Galatasaray'dan Taksim'e...

Galatasaray – Taksim arasındaki 500 metrelik mesafede yapılan yürüyüş, insan zinciri, oturma eylemi, bildiri dağıtma, dergi-gazete satma gibi etkinlikler nedeniyle Türkiye’de muhtemelen metrekare başına en çok solcunun düştüğü yerlerden birisidir. Peki, bir tür sol panayıra dönüşmüş olan bu alanda yapılan bu tür etkinliklerin amacına ulaştığından söz edilebilir mi?

Elbette bu sorunun yanıtını vermek için önce yapılan etkinliğin amacı tanımlamak gerekiyor. İki tip amaç olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi sol kamuoyuna -yani bizimkilere- bakın biz şu kadar kişi şu konuyla ilgili eylem yaptık diyebilmektir. Eğer bu gerçek bir amaç olarak kabul edilirse pekâlâ bir yerlere ulaştığı söylenebilir. İkinci amaç ise ulusal ve olabiliyorsa uluslararası kamuoyuna fikirlerini, tepkilerini ulaştırabilmektir. Yapılmak istenen buysa rahatlıkla amaca ulaşmadığı söylenebilir. Zira 50–100 kişilik toplulukların İstiklal Caddesinde yaptığı etkinliklerin ulaştığı kitle, o an caddeden geçmekte olan kişilerle sınırlı kalıyor. Hatta o kişilerin bu tip etkinliklerle karşılaşma sıklığı düşünülürse muhtemelen kayıtsızlık boyutuna geçtiklerini tahmin etmek yanlış olmayacaktır. Dikkat çekebilmek için dikdörtgen pankartlardan yuvarlak lolipoplara, dikdörtgen bayraklardan yelken bayraklara veya ıslık çalmaktan düdük çalmaya geçilmesinin pek faydasının olmadığı ortada. Yani bu etkinliklerin hedef kitlesi ancak ve ancak bu tür konulara ilgi gösteren, takip eden kişilerle sınırlı kalmaya devam ediyor.



O halde homopoliticus(*) dışındaki canlı türlerinin nadiren ilgi gösterdiği bu Galatasaray – Taksim hattındaki “toplumsal” etkinliklerde ısrar edilmesini neye bağlamak gerekir?

Seslenmek istediği toplumdan nesnel ve öznel koşulların zorlaması sonucu büyük ölçüde yalıtılmış, kendi kabuğuna çekilmiş, kendine özel bir dil oluşturmuş bir solun kendine fiziki bir yaşam alanı belirlemesi normal olarak karşılanabilir. Bir tür Hyde Park'a dönüşmüş olan Galatasaray-Taksim hattının solun -makul bir sayıda olduğu sürece- gaz bombası yemeden rahat nefes alabildiği bir yer haline gelmesi de anlaşılabilir bir şey.

Ancak bu durumdan rahatsız olunmadan uzun süre devam edilmesi artık problemli bir durumu işaret ediyor. Egemenlerin izlemek dışında çoğunlukla müdahale etmediği, solcuların da bu müdahalesizlik halinden –doğal olarak- şikâyetçi olmadığı bu durumdan sıyrılıp açık havaya çıkmanın zamanı gelmiş gibi görünüyor. (vakt-i zamanında artık kuyularımızdan çıkıp gökyüzünün bizim bildiğimizden daha geniş olduğunu görmemizin zamanı geldi diyen zat-ı muhtereme selam olsun...)

Alışılmışı değiştirmek zordur ve değişimin getirdiği ilk belirsizlik hali her zaman korkutucudur. Ve fakat korktuğu için değişimden uzak duran bir solun devrimci olduğunun düşünülmesini de kimse beklememeli. Evet, belki açık havada nefes almak ilk anda bir baş dönmesi ve halsizlik yaratacaktır ama sonrasında yaşanacak ferahlık için değmez mi?

(*) Homopoliticus: Politik insan

0 yorum: