10 Ağustos 2015 Pazartesi

Nasos Iliopoulos: SYRIZA’nın Yükleri

Düşmanımız biz ciddiye aldı. Düşmanımız bizim ciddi olarak sistemsel tehlike olduğumuza inandı. Ekonomi yönünden değil ama politika bakımından. Neoliberal paradigmanın hegemonyasına karşı bir tehdit muamelesi gördük. Neoliberalizmi sorgulayan her girişimin ve Avrupa’da bu sistemi devirmeye yönelik her umudun yanı sıra ezilmesi gereken bir örnek muamelesi gördük.

Biz kendimizi bu kadar ciddiye almadık. Asla kendimizi gerçek bir savaşa hazırlamadık. Bizi bu noktaya getiren, stratejimizin en iyi durum senaryosu temelinde planlanması oldu: borcun yeniden yapılandırılması ve finansal desteği içerecek ve böylece kendi programımızı belki ufak tefek geri adımlarla uygulamaya koyabileceğimiz iyi bir anlaşmaya varacaktık. Syriza içerisinde düşmanların planlarıyla ilgili (bazen saldırganca) ifade edilen sayısız endişe lafta kaldı. Asla yaklaşan savaşa hazırlığa yol açmadı.

Bu dönem boyunca düşmanlarımıza ihtiyaç duydukları alanı sağladık. Düşmanın esas silahlarının, bankalar ve ana akım medyanın, gücünü kısıtlamak için en ufak bir çaba sarf etmiyorken kendimizi savaşa hazırladığımıza nasıl inanabilirdik ki? Tüm bu aylar boyunca gün gün devam eden bu savaş boyunca Sağlam kalmamazı sağlayacak yaşamsal kaynakları bulmamıza imkan verecek kendi vergi düzenlememizi parlamentodan geçirmememiz şoke ediciydi. Emekçilere, iş yerlerinde demokrasi ve onur için savaşma araçları sağlayacak toplu sözleşme hakkını yeniden vermek için oylama yapmamamız şoke edici.


20 Şubat’ta bize açık bir mesaj verildi. Bu mesaja göre amaç, bedeli ne olursa olsun sol hükumetimizin aşağılanması olacaktı. Ama bu yeterli değildi. Geçtiğimiz birkaç ayda gösterdiğimiz tüm çabalar ve başvurduğumuz tüm yöntemler burjuva parlamentarizmin sessiz, barışçıl bir dönemi için uygun olabilirdi ama içinde bulunduğumuz olağanüstü duruma kesinlikle uygun değildi.

Hiçbir politik ve örgütsel özelliğimiz bir kriz şartlarına uyarlanmamıştı. Öyle görünüyor ki kriz öncesi olağanlığımızın rutinine sıkıştık. Ama eğer ciddi olarak Syriza’nın politika yaptığı gayretsizlikle uğraşmak istiyorsak ve kendimizi bir savaşa hazırlamayı istiyorsak parti içi tartışma tarzımıza damga vuran rahatlıkla mücadele etmeliyiz. Sorunlarımızla ilgili konuşurken “sana söylemiştim” anlayışına son vermeliyiz. Ne yazık ki burjuva politika yapma tarzı ve parlamenter kretenizm kültürü derin köklere sahip. Saf teorinin fildişi kulesinin aksine, işçi sınıfı politikası her zaman pratiğin ve örgütlenmenin konusu olmuştur. Bu tam da sınava tabi tutulduğumuz ve yetersiz olduğumuzun kanıtladığı yer.

Peki, ne yapmalı? En iyi ihtimalle yapılması en uygun şeyi yapıyor gibi görünüyoruz. Gerçek sorunla yüzleşmek yerine, taraflar arası başka bir savaşa angaje oluyoruz. Syriza’nın programının drachma yanlısı olmadığı doğru. Ama memorandum yanlısı da değildi. Sol olarak iki seçeneğin de programımıza uymadığı bu duruma nasıl geldik? Güttüğümüz stratejinin sınırlarını bundan daha iyi gösteren bir kanıt olabilir mi? Her şeyden önce çıkmaz sokağa girdiğimiz itiraf etmeliyiz. Aynı zamanda takip edeceğimiz her alternatif stratejinin başarısız olduğunu da itiraf etmeliyiz. Ek olarak daha korkutucu bir itirafta daha bulunmalıyız. Kendimizi savaşa hazırlamış olsaydık bile; geçtiğimiz aylardan yapılması gereken tüm manevraları yapmış olsaydık bile eninde sonunda kendimizi aynı şuandaki pozisyonda bulabilirdik çünkü güç ilişkilerindeki ağırlık, her zamankinden daha net olarak, emperyalist güçlerin tarafında. Çünkü savaşlar haklılar tarafından değil güçlüler tarafından kazanılır.

Tüm bunların anlamı ne? İlk olarak, aynı hatalarla sonuçlanacak farklı stratejiyi uygulamaktan kaçınmalıyız. Bu strateji; “Karşılıklı yarar sağlayacak anlaşma”ya dair eski ısrarımız gibi umut illüzyonu yaratacak “Anlaşmalı çıkış” stratejisidir. Syriza’nın parçalanmasını isteyen güçlerin birden fikir değiştirip yararlı bir “anlaşmalı çıkış” önermesi için geçerli bir neden yok. Bu; AB’ye dair stratejimizi en baştan tartışma sorumluluğumuz yok anlamına gelmiyor. Ama en azından bu sefer bunu düzgün yapalım.

Vardığımız çıkmaz hem stratejik hem de taktikseldir. Bu nedenle, belki bilinçaltında, daha tanıdık ve rahat bir şeye geri dönüyoruz: parti içi çatışma. Bu sonuncusu eşit derecede yıkıcı iki çözüme ulaşmanın en kesin yolu: ya kendimizi neoliberalizmin “insani ve anlayışlı” Yönetimi diye tüketeceğiz ya da küçük bir politik güçken kullandığımız eski taktiklerimize döneceğiz. Bunlardan hiçbiri bir seçenek olamaz.

İçinde bulunduğumuz durumdan kendimizi kurtarmak için birliğimizi korumamız ve en demokratik anlayışla yeniden planlamaya başlamamız gerekiyor. Tabii ki fazla zaman kalmadı. Ama aynı derecede Gerçek olan bir şey de şu ki kendi kurtuluşumuzun planını en büyük yenilgimizden birkaç gün sonra yapamayız. Elbette geriye bir koşul kalıyor. O da; ülkenin şimdiki durumunu, bir Yunan ekonomisinin istikrara kavuşturulması durumu veya yatırım ve büyüme beklentisinin olduğu bir durum olarak değil de mutlaka kurtulmamız gereken bir çıkmaz olarak kabul etmek.

Mümkün olan en kısa sürede başka bir strateji belirlemeliyiz. Şu andan itibaren sadece zor sorularla uğraşmalıyız.

Kendimizi bu durumdan nasıl çıkarabiliriz? Şantajdan nasıl kurtulabiliriz?

Demokrasinin bastırılmasının dayatılmasına yanıtımız nedir?

Karşı karşıya geldiğimiz alışılmışın dışındaki ekonomik savaşta, esas savunma silahlarımız olan sosyal direnişi örgütlemenin, halkın katılımını ve eylemliliğini yeniden sağlamanın yolu hangisidir?

Bu yolda geride bırakmamız gereken tek yük, bir şeyleri ele alırken takındığımız “rahatlık” hali.

03.08.2015

Nasos Iliopoulos

Analyze Greece

Çeviri: Kontra Salvo

0 yorum: