Siz, beddua etmeyi bilir misiniz? Öyle “lanet olsun”, “Allah kahretsin” veya “Allah belanı versin” gibi bildik kalıplarla değil ama eski usulde. Hani o an içinden kötü olana dair ne geçerse sayıp dökersin ya, işte ondan bahsediyorum.
“Seni mezarına yatıracak bir oğul sahibi olmayasın hiç, senin için yas tutacak bir kız sahibi olmayasın, gözlerin kanla dolsun, kulaklarına ulumalar dolsun, bağırsakların taş dolsun…”
Ben kendi payıma şimdiye kadar hiç öyle beddua etmedim. Öyle beddua etmemi gerektirecek bir şey yaşamadığım gibi zaten beddua etmeyi de bilmem. Sanırım beddua etmek zamanımıza ait değil. En azından bu zamanda bizim bulunduğumuz mekânlara ait değil. Yine de bazen beddua edebilmeyi istiyorum çünkü insan düzeltemeyeceği öyle şeyler dinliyor, öyle şeyler okuyor, öyle şeyler öğreniyor ki içinden beddua etmek geldiği gibi elinden de zaten başka bir şey gelmiyor. Yani bir rahatlama aracı olarak kullanmak için değil ama gerçekten tutması için…