GUE/NGL

Geçen Eylül’de yapılan seçimlerde, seçmenler SYRIZA’nın iki eksene dayanan yeni siyasi programını kabul etti:

GUE/NGL Milletvekillerinin Diyarbakır’ın Sur İlçesine Girmelerine İzin Verilmedi

GUE/NGL heyeti, Türkiye ziyaretine dair raporunu Strazburg’da 8 Mart günü saat 17.30’da açıklayacak.

GUE/NGL

Cizre sakinlerine yönelik ölümcül saldırıları en güçlü şekilde kınıyoruz.

26 Ekim 2011 Çarşamba

İlle Dostun Bir Tek Gülü Yaralar Beni

Bayrak, sopa, asker kıyafeti, çakıl taşı... Bu envanter, Van ve çevresini yıkan depremin ardından büyük bir gayretle başlatılan yardım kampanyasıyla birlikte gönderilen paketlerin içinden çıkanlara ait. Dondurucu bir soğukta çaresizce açık havada yaşamaya çalışan insanlara, bir kısım insanlıktan nasibini almamışın reva gördüğü bundan ibaret.

"İlahi adalet, onlar da şehitler için hiçbir şey söylememişlerdi, zaten teröristleri destekliyorlardı, iyi oldu..." Bu sözcük envanteri de en az yukarıda saydığım "yardımlar" kadar hatta belki de daha fazla acı verici ama kullanılmaktan imtina edilmediler. Eminim Türkiye'nin batısında yaşayan Kürtler, bu laflara bir kere de olsa maruz kalmışlardır. Evet, mazlumun yanında olmak bu topraklarda hiçbir zaman çok tercih edilen bir şey olmamıştı zaten ama bu yüzyılda bu kadar vicdansızlaşabilmek ayrı bir beceri doğrusu.

"Deprem her ne kadar Doğu'da Van'da da olsa üzüldük", "...Canımız istediğinde kuş avlar gibi taş atıyoruz. Dağlarda vuruyoruz. Sonra bir şey olunca da asker gelsin, polis gelsin diyoruz. Dengeleri kuralım. Zor günlerde canım cicim. Kuş avlar gibi avlamayalım bunları. O kadar kolay değil. Herkes haddini bilecek..." Bu envanter de televizyon kanallarında programcı ve sunucu olarak istihdam edilen bir canlı türüne ait. Yıllardır abuk sabuk programlar yapıp insanların beynini uyuştururak para kazandıkları yetmiyormuş gibi bir de deprem gibi bir felaketi fırsat bilerek insanların beyin ve kalplerine faşizm tohumu ekmeye çalışanlar var. Bu ekilen faşizm tohumlarının, yıllardır milliyetçilik ve şovenizm gibi insanlığa zararlı fikirlerle doldurulanlarda yeşermeye ne kadar hazır olduğu gönderilen yardım paketlerinden çıkanlar ve konuşulanlardan anlaşılıyor.

Peki, ya devlet? Vatandaşı böyle bir kibir, üstünlük ve ders verme duygusuyla dolduran devletten bir şey beklemek herhalde doğru olmaz. Zaten bütün yetersizliklerini bilmesine rağmen 3 gün boyunca dış yardımı kabul etmeyerek kim bilir kaç kişinin ölümüne neden olması bunun en büyük göstergesi. Halkla daha yakın bir ilişkide olan, depremden zarar görenlerin ihtiyaç duyduğu malzemeleri daha hızlı ve rahat ulaştırabilecek olan yerel yönetimle sırf BDP'li diye iletişim kurmayan bir merkezi yönetimden bahsediyoruz. Dondurucu soğukta hayatta kalmaya çalışan insanlara barınacak kapalı alan sağlayamayan, kurduğu çadırların ise yazlık çadır olduğu ortaya çıkan bir Kızılay'a isyan eden depremzedelere gazla, copla saldıran bir devlet bu (İkinci envantere ek: Yardımı beğenmezsen başına gelen müstahaktır diyenlerin sayısı hiç de az olmadı). Belediyenin yardımları dağıtmak üzere topladığı depoya el koyan, oraya giden yardım kamyonlarını kendisine yönlendiren devlete karşı bir Vanlı'nın "Burası Türkiye olsaydı hemen yardım yağardı" demesinden daha doğal ne olabilir ki?

Medyanın ısrarla ve inatla devletin her türlü yardımı sağladığına dair yayın yapıp depremzedelerin şikayetlerini yayınlamaya değer bulmaması, polisin artık isyan eden halka gazla, copla saldırısını görmezden gelmesi, BDP'li belediyenin çalışmalardan dışlanmasını sorun etmemesi ve "hainler, depremzedelere yardım eden askerlere saldırıp kamyonlara el koyuyor" şeklinde Başbakanın uyarısından hayli etkilenilmiş olduğunu ispat eden haberler yapması vakayı adiyeden sayıldığı için söyleyecek pek bir şey yok. Yine de bunların hepsi tarihe not düşüldü.

Bütün bunlara rağmen hiç mi iyi bir şey olmadı? Elbette ve muhakkak ki oldu. Neyse ki vicdanlarını henüz devreden çıkartmamış binlerce iyi insan var. Onlar canlarını dişlerine takıp depremzedeler biraz daha ısınabilsin, karınları doyabilsin diye çalıştılar, çalışmaya devam ediyorlar. Hiç kuşkusuz ileride bir gün en çok hatırlanacak, güzel sözlerle anılacaklar onlar olacak.

Ve fakat Pir Sultan'ın dediği gibi: "Şu ellerin taşı bana hiç değmez/İlle *dostun bir tek gülü yaralar beni"

*Kardeşlik edebiyatını sürdürmenin manası yok. İki iyi ev arkadaşı olsak da olur.

22 Ekim 2011 Cumartesi

Yumuşak Koltuklar, Sert Sözler



Harbe giden sarı saçlı çocuk! 
Gene böyle güzel dön; 
Dudaklarında deniz kokusu, 
Kirpiklerinde tuz; 
Harbe giden sarı saçlı çocuk! 




- Onlardan kaç kişi ölmüş?
- Vatan hainleri...
- Leşlerini de alıp gitmişler...
- Irak'a hala girmediler mi?
- Hepimiz askeriz!

18 Ekim 2011 Salı

Tatavla'ya Ne Oldu?

Giriş: Tatavla, Yunanca'da "ahırlar" anlamına geliyormuş çünkü Galata'da yaşayan Cenevizliler'in orada ahırları varmış...

Gelişme: Ege Denizi'ndeki fetihler sırasında esir alınanlar, Kasımpaşa tersanelerine gönderiliyormuş. Zamanla bu arkadaşlar bu tepedeki ahırların oraya yerleşmişler. Yerleşenlerin pek çoğu 1566'da ele geçirilen Sakız Adası'dan gelmeymiş. Tatavla, böyle yerleşime açılmış...

Efendim, taaa 1923'e kadar Tatavla nüfusunun %2,5'u Sakız Adası kökenliymiş... Ama ilk olarak bir yangından sonra, 1929'da, Tatavla adını Kurtuluş'la değiştirmişler. Sonra 6-7 Eylül olaylarında da dağdan gelip bağdaki bütün Rumları kovmuşlar...

Sonuç: Bugün Tatavla, Cumartesi akşamları Rum müziği çalan ve sahibi Türk olan bir lokantanın adı... Hem de Kurtuluş'ta...

Tarihi bilgiler: Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı 214 (Ekim 2011)
Laubali üslup: T.Özgür Yıldız

9 Ekim 2011 Pazar

Refleks 2.0

70.000.000’luk nüfusa sahip bir ülkede, belirsiz periyotlarda toplumsal konularla ilgili olarak, San Marino (32.000) hadi bilemedin Lihtenştayn (36.000) nüfusu kadar bir kalabalığın oluşturduğu eylemleri yapmanın kime ne faydası var?

Soruyu böyle sorunca yanıtı da kolay oluyor: Hiçbir faydası yok (San Marino ve Lihtenştaynlılar’ı tenzih ederim)

Bu durumda ikinci bir soruyu sormak gerekiyor: Peki, o zaman bu eylemler neden yapılıyor? Elbette ki en belirgin amaç hoşnut olunmayan bir icraata karşı tepki göstermek. Ama bu tür eylemler yapmanın şimdiye kadar pratikte, karşı çıkılan icraatı engellemek adına bir işe yaradığını pek görmedim. 1 Mart tezkeresinin engellenmesi eylemi hariç orada kalabalık, Andorra’nın (86.000) nüfusunu geçmişti ve İspanya (46.000.000) nüfusu kadar bir kesim de Andorralılar’ı fiziken olmasa da kalben desteklemekteydi. Kısaca; istisnalar kaideyi bozmaz. Hatta belki de istisnaen yapmanın faydalarını göstermiş olur.