27 Nisan 2011 Çarşamba

%10 Seçim Barajı Türkiye’nin En Büyük HES’i Değilse Nedir?

Doğanın ekolojik dengesini bozan –bozan hafif kaldı, mahveden- HES’lerin yanı sıra bir de siyasetin ekolojik dengesini bozan –bozan burada da hafif kaldı, mahveden- HES var. Bu ikinci tür HES’e halk arasında seçim barajı da deniyor. %10 oranında bir dikliğe sahip olan bu baraj, Türkiye’nin görüp görmediği en yüksek HES olarak tarihimizde müstesna bir yere sahip. Ekürisi olan “dokunulmazlık zırhı”yla birlikte yıllardır toplum üzerindeki “vesayet”ini gümbür gümbür sürdürüyor (“Sivil vesayet” denilen şey olsa olsa budur herhalde) Bu yüksekliğin nedeni ise bir siyasi partinin bu diklikte bir barajı aşabilmesi için ihtiyacı olan seçmen kitlesinin neredeyse (tüm seçmenler oy verdiği takdirde) 5.000.000 gibi hayli yüksek bir rakama tekabül etmesi gerekliliği.

Ve elbette Türkiye’de siyasette sorun olan her şey gibi seçim barajı da sadece teknik bir konudan ibaret değil. Bütün netameli konular gibi aynı zamanda turnusol kâğıdı işlevi de görüyor. Herhangi bir siyasetçi ve siyasi partinin seçim barajına olan yaklaşımına bakarak aslında onun demokrasiye olan yaklaşımı da ölçülebilir. Her kim ki %10 çok yüksek bir seçim barajıdır eleştirilerine “ama yönetimde istikrar, koalisyonlar kötüdür, halk tek parti yönetimi istiyor” vs. yorumlarda bulunuyorsa bilin ki bu seçim barajı sayesinde ya kendisi ya da partisi hak etmediği halde milletvekilliğine sahip olmuştur. Takdir edersiniz ki SGK’si, yol ve yemek ödemesi olan ama en önemlisi herhangi bir çalışanın 55-60 yaşında emekli olma şansı varken 4 yılın sonunda hayli hoş bir maaşla emekli olabilme imkânı sunan milletvekilliği, ülkemizde hayli revaçta olan bir “iş”. Üstelik yan getirileri de cabası.

Bu “seçim barajı” ve “dokunulmazlık zırhı” konuları danışıklı dövüş sisteminin de temel taşlarını oluşturuyor. Her parti bunu en az bir kere kullanmıştır. Vaat çevriminin baş öğeleri de denebilir. Yani bir parti muhalefetteyken mutlaka ve mutlaka bu ikisinin de değiştirileceğini söyler amma velâkin bir şekilde yasaları değiştirecek güce sahip olunca ilk vazgeçtikleri de bunlar olur. Hafızasının nisyan özelliğiyle meşhur misak-ı milli sınırları dahilindeki oy verme ehliyetine sahip homo sapiens sapiensler de ortalama her 4 yılda bir tekrar eden bu vaat çevrimini ilk defa duyarmışcasına büyük bir coşkuyla karşılarlar. Amiyane tabirle buradan siyaset kompedanlarına hayli ekmek çıkmakta.

Siyasete dair algısı para cezası ödememek için oy vermeye indirgenmiş bir insan topluluğunun yaşadığı ülkede, siyaseten sözünün işitilmesini isteyen yasal koşullara uygun kurulmuş bir partinin ilk yapması gereken şey, “Oy Akar Türk Bakar” zihniyetini aşmak isteyen ithal ikamesi cuntamızın uygun görmesiyle siyasi hayatımıza duhul eden bu “garabet-ül fecaatten” kurtulmak olmalı.

Ha, biz parlamenterist değiliz, üç vakte kadar sistemi toptan devireceğiz diyorsanız o başka. Amma velakin, gelin itiraf edelim, ufukta kara görünmüyor.

0 yorum: