4 Temmuz 2011 Pazartesi

Solda “At Kuyruğu” Sendromu

At kuyruğu bildiğiniz gibi Türkçeye “at kuyruğu gibi ne uzar ne kısalır” olarak yerleşmiş bir atasözünün baş kahramanı. Hakikaten de ne uzar ne de kısalır. İşte, Türkiye solu yaklaşık 30 yıldır bu sendromun pençesinde kıvranıyor. Bu sendromun henüz tedavisi de bulunamadığı için bir türlü kendine gelemiyor. Ama yine bir atasözünde olduğu gibi “öldürmeyen Allah, öldürmüyor” ve bu sayede Türkiye solu bitkisel hayatta olsa da yaşamsal fonksiyonlarını koruyabiliyor. Ne yazık ki bu en temel yaşam fonksiyonları koruyabilmek, küçük ve sıradan taleplerini de büyük ve muhteşem ideallerini de başarabilmesinde hiçbir işe yaramıyor.

500.000 boyun eğmeyene fit olan en kabadayısının bile ancak 60.000 oy alabildiği bir soldan bahsediyoruz. 60.000 dediğiniz oy, İstanbul’da dört, bilemedin beş mahalleye tekabül ediyor. Kırıntı değil, dünyayı istiyoruz diyen solun bütününün bir muhtar kadar oy alamaması durumun acıklı yanını gözler önüne seriyor. Kimileri bu durumu halkın kendilerini anlamamasına yorarak, kimileri yeterince çalışmadıklarına bağlayarak, kimileri de söylemlerimizi yenilememiz lazım diyerek zevahiri kurtarmaya çalışıyor.

Halk bizi anlamıyor diyenlere söyleyecek laf yok. Kendilerini anlayacak bir halk bulmak üzere şimdiden yola çıkabilirler. Erken kalkan yol alırmış.

Yeterince çalışmadık diyenler de eğer çalışmaktan sağa sola afiş yapıştırıp pankart asmayı, sokaklarda bildiri dağıtmayı veya mitinglerde “kuşlama” yapmayı anlıyorlarsa onlara da geçmiş olsun. İddia ettikleri, vaat ettikleri yaşamın en ufak bir örneğini ne kendi gündelik yaşamlarına ne de teveccühünü kazanmayı hayal ettikleri emekçilerin yaşamlarına yansıtmadıktan, yani insanların hayatlarında bir farkındalık yaratmadıktan sonra yaptıkları ne olursa olsun, çalışmak hanesinde sayılmayacak. “Devrimden Sonra” filminde gördüğümüz gibi işçileri devrim olduğunda haber verilecek ilk kesim olarak görürseniz, onlar da sizi seçimde oy verilecek son parti olarak görürler.

Yine de bu tür “yeterince çalışmadık” diye düşünenlerinin bir kısmının gerçekten de yeterince çalışmadığı bir takım evrak eksiklikleri nedeniyle bürokrasiye takılıp seçime girememelerinden anlaşılıyor. Evet, onların bu tür pratik uygulamalara çalışmaları gerekiyor. Şimdiden bir sonraki seçim için aday belirleyip evrak toplamaya başlarlarsa sorunları nispeten azalır.

Bir de söylemlerimiz eskidi artık deyip salt bu tür bir yenilenmenin işe yaracağını düşünenler var. Onlara da “söylemekle dünya değişseydi şimdi böyle sorunlarımız olmazdı” dersek yanlış olmaz sanırım. Ne kadar doğru, ne kadar ileri, ne kadar güzel sözler söylerseniz söyleyin, yine insanların gündelik yaşamlarına dokunamıyorsanız başka bir atasözümüzün söylediği gibi “bir kulaktan girip öteki kulaktan çıkmak”tan başka bir işe yaramaz. “Bunlar da iyi insanlar ama işte…” yaftası alabileceğiniz en iyi paye olur. Sonuç: Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş…

Yapılması gereken ayrı bir yazının konusu olmakla birlikte, kısa ve öz bir biçimde melodik olarak “Venceremos”un iki mısrasında belirtilmiş: Yarını bugünden kuracaksın/O senin tarihin olacak…” Yarını bugünden kurmadıkça makus talihimizi değiştirmek için gösterdiğimiz bütün çabalar nafile olacak...

*Kuşlama: Tarih öncesinde kalma bir Sol propaganda geleneği. Yeterince kalabalık bir ortama çaktırmadan yanaşıp elde tutulan ve tercihen 15x10 cm. boyutlarındaki üzerinde çeşitli mesajlar taşıyan bir tomar kâğıdı havaya fırlatarak etraftakileri aydınlatma çabası…

0 yorum: