6 Temmuz 2011 Çarşamba

Boykottan Öte Köy Var mı?

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu bileşenlerinin şimdilik güçlü bir sesle dile getirmeseler de Meclis’i boykot konusunda farklı düşündükleri çok açık.

Bloğun içinde yer alan nispeten küçük sol grupların (dernekler, dergi çevreleri vb.) büyük bir kısmının hali hazırda verili sistem içinde politika yapmak gibi bir kaygılarının olmadığını bu kesimlerin yayın organlarını takip eden herkes biliyor (herhangi bir biçimde politika yapmak gibi bir kaygıları var mı, o da tartışılır). Dolayısıyla bu kesimlerin, Bloğun Meclis’i boykot kararı hakkında herhangi bir sıkıntı yaşadıklarını düşünmemek doğru olacaktır. İçinde yer almanın kendilerine göre bir anlam ifade etmediği bir yeri boykot etme politikasının onları tatmin etmesi normal kabul edilebilir.

Nitelik ve nicelik olarak ihmal edilebilir olan bu kesimin dışında, teknik olarak seçimlere katılmayı önüne hedef olarak koymuş ancak yürüttükleri politikalardan daha çok siyaset alanında varlıklarını koruyup görünür olmaya çabaladığı anlaşılan sol partileri veya partileşme iddiasında bulunan grupları görüyoruz. Büyük ideallerinin yanı sıra görünüşte gündelik politikaya da müdahil olmaya çalışan ama ortalama seçmene seslenmek gibi bir kaygılarının olmaması ve anti demokratik siyasi parti ve seçim yasaları nedeniyle hiçbir zaman Meclis’e seçilemeyecekleri de açık olan bu kesimin, geçmiş performanslarını da dikkate alırsak, Bloğun büyük bileşeninin izlediği yolu takip etmekten başka niyet ve çaresi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Blokğun büyük bileşeni olan ve hatta seçime blok olarak girilmese dahi çok büyük ihtimal aynı başarıyı gösterebilecek olan BDP, esas olarak boykot tavrını öne süren ve bunun gereğini yerine getiren kesim olarak karşımızda duruyor. Milletvekilliği çıkardığı bölgelerde hayli güçlü olan ve aslında o bölgelerde uzun bir süredir merkez siyasete alternatif bir siyaset yürüten BDP, militan bir partili ve kitlesel bir seçmen yapısına sahip olduğu için merkez siyasete tavır koyma konusunda elini rahat hissediyor. Hali hazırda önerdikleri “demokratik özerklik” modelini merkez siyasetin Kürtlerin kimlik talepleriyle ilgili olumlu adım atmamaları durumunda tek taraflı olarak hayata geçirebilecekleri iddiasında bulunuyorlar ve bunu gerçekleştirebilecek durumda gibi görünüyorlar. Bu manevra alanı genişliğinin yanı sıra zaten yıllarca merkez siyasetin partileri tarafından Meclis’te temsil edil(mey)en bölge halkının, seçim dönemlerinde oy vermek dışında Ankara merkezli siyasetin gündeminde olmadıkları biliniyor. Temsiliyetini ve sesini başka kanallardan duyurmaya çalışan halk, yıllarca yapılan “gelin sivil siyaset yapın” çağrılarından sonra önlerine çıkartılan teknik engelleri muhteşem denebilecek bir çalışmayla boşa çıkartıp seçtikleri temsilcilerinin beşinin cezaevinde tutulmaya devam edilmesini ve bir tanesinin de milletvekilliğinin düşürülerek dalga geçilir gibi iktidar partisine verilmesini protesto etmek için alınan Meclis’i boykot kararının arkasında gibi görünüyor.

Şu veya bu sebepten boykot kararının arkasında yer alan kesimlerin dışında bir diğer kesim ise uzun ve meşakkatli çabalar sonucunda geleneksel soldan koptukları iddiasında bulunan ve Meclis’i meşru siyaset alanının en büyük unsuru olarak gördükleri belli olan kendilerini özgürlükçü sol olarak tanımlayanlar. Bu kesimin Meclis’e verdiği önemi, bir önceki dönem milletvekili seçimlerinde bağımsız adaylık konusunda takındığı tavırdan ve bununla hayli bağlantılı ve sıkıntılı bir sürecin sonucunda geleneksel soldan ayrıldıklarını ilan etmelerini takiben kitleselleşmek adına siyasi hayatları boyunca seçim dışında herhangi bir mücadele yöntemi benimsememiş ve bu zaman kadar iyi-kötü merkez siyasetin içinde yer bulabilmiş çevrelerle bir araya gelerek seçilme yeterliliğine sahip bir partiye ulaşmakta gösterdiği olağanüstü çabadan anlıyoruz.

Nicelik olarak ortalama bir Türkiye solu parti/hareket/dergi çevresi/derneğinden farklı olmayan ancak nitelik olarak kamuoyunu yönlendirebilen basın, sendikalar ve “aydınlar” diye ifade edilen çevrelerde etkileme niteliğinde olan bu kesimin boykot kararından hoşnut olmadığı çeşitli söylemlerinden anlaşılıyor.

Kurulacak olan çatı partisinin bir Türkiye partisi olma ihtimalinin en büyük dayanağı olan bu kesimin boykot kararının devamı durumunda nasıl bir pozisyon alacağını henüz bilmiyoruz. Olası bir anlaşmazlık durumunda (zaten Türkiye partisi olarak görülme ihtimali garanti olmayan) çatı partisinin, bir takım etkisiz sol çevreleri absorbe eden yeni bir tür BDP’ye dönüşmesi olasılığı çok yüksek. İktidar partisinin boykotun esas nedeni olan Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin gasp edilmesi konusunda havaya bakarak ıslık çalar pozisyonda olması ve Bloğun kesin ve net olarak açıklanan tavrı, mucize kabilinden bir şeyler olmazsa (Meclis başkanı seçilen Cemil Çiçek gibi birinden böyle bir mucize beklemek de durumun çaresizliğini gösteriyor) boykotun kısa vadede sona ermeyeceğini düşündürüyor.

Şimdilik güçlü bir sesle dile getirilmeyen bu çelişkinin, Bloğun ve olası çatı partisinin geleceğini önemli bir yönde etkileyeceği çok açık. Ayrıca boykot krizinin, çatı partisinde Blok’un büyük bileşeninin hâkim unsur olmasının ön izlemesi gibi görünmesinin de bu çevrede yavaş yavaş tereddüt uyandırdığını söylemek mümkün. Yani, pek çoğumuzun “memlekete gerçek ana muhalefet partisi” geliyor sevinciyle karşıladığı ve belki de “gerçek” bir tarihsel buluşma olacak bu girişimin, merkez siyasetin ayak oyunları sonucunda –mecburen- ortaya çıkan boykot kararına kurban gitmesi ihtimalinin de olduğunu gözden kaçırmamak lazım…

0 yorum: