14 Mart 2012 Çarşamba

Davamız Divana Kalmasın

2 Temmuz 1993'te gerçekleştirilen Sivas Katliamı'nın davası, beklenildiği ve hatta önceden HSYK Başkanvekili'nin açıkladığı gibi (http://t24.com.tr/haber/hsyk-baskanvekili-okur-bu-saatten-sonra-madimak-icin-yapilacak-bir-sey-yok/198930) zaman aşımına uğradı. Sizi bilmem ama ben aksi yönde bir karar çıkacağını hiç düşünmemiştim zaten. 19 yıl boyunca biz feryad-ı figan ettik, 19 yıl boyunca gelip geçen bütün hükumetler kös dinledi. Bunların sonuncusu olan ve iktidarı döneminde Roboskî'deki gibi bir katliam işlenen AKP hükumetinin de kös dinlemeyeceğine dair hiçbir emare yoktu. Katliam sırasında iktidar ortağı olan ve Aleviler'in oy vermekten bir türlü kendini niyeyse alamadığı SHP ve sonraki yıllarda iktidar olan CHP'nin dahi bir şey yapmadığı bir davada, AKP'den hepimizi şaşırtacak bir davranış beklemek biraz tuhaf geliyor.

Üstüne üstlük yargılama süreciyle ilgili olarak suç, bir ve tek AKP'nin üstüne atılınca devletin ve gelmiş geçmiş bütün hükumetlerin sorumluluğu gizlenmiş oluyor. Oysa bu süreç boyunca gelip geçen hükumetleri oluşturan partilerin hepsinin: DYP, SHP, CHP, ANAP, RP, DSP, DTP, MHP, AKP... bu davanın zaman aşımına uğramasında katkısı var. Ancak özellikle CHP'li milletvekillerinin yürüttükleri muhalefet stratejisinin bir gereği olarak davanın olumsuz akıbetinin tüm sorumluluğunu AKP'ye yüklemekle ilgili olağanüstü çabaları, katliam sırasında devlet yetkililerinin ve iktidar ortağı DYP-SHP'nin o esnada neler yaptığı veya yapmadığının sorgulanmasının eksik kalmasına yol açıyor.

Aslında bu davanın sonucunda ortaya çıkan şu: Biz, bir kere daha bir bütün olarak devlete yenildik. Şimdi, Taksim-Galatasaray arasındaki 500 metrelik devrimci yolda "kahrol AKP, hep yetmez ama evet yüzünden, adaletin bu mu dünya?" şeklinde isyan etmenin pratikte bir faydası yok. Evet, kamuoyuna biz bu davayı unutmayacağız, unutturmayacağız demek için önemli ama kararı geriye döndürmek konusunda işe yaramayacağı ortada.

Hiçbir şey yapmadan da oturamayacağımıza göre şu sloganı hayata geçirmek için tez elden çalışmaya başlamak lazım: "Birleşmiş bir halkı hiçbir güç yenemez". Zira "Gün gelecek devran dönecek..." diye bağırmamıza rağmen yıllar içinde gördük ki devran kendi kendine dönmüyor ve kent meydanlarında bu sloganı atarak biz de döndüremiyoruz. Bunu başarabilmek için de sınıf ve kimlik siyasetini bir arada yürütebilen yani merdiven çıkarken sakız çiğneyebilen ve dolayısıyla toplumun çoğunluğunu oluşturan ezilenlere hitap edebilen bir örgütlenme gerekiyor.

Bu çabaya katılmayıp çekildiği köşeden başkaları hakkında atıp tutacak herkese şimdiden geçmiş ola. Sadece solcuların katıldığı eylemlerde slogan atıp kuşlama yaparak kuyunun dibinde kalmaya devam edebilirler.

"Tüm gökler ve topraklar için, onlara tahakküm edenleri bir defada değiştirmek -bunu yapabilmek için, biz isimsizler, yüzü olmayanlar, kendini ele verenler, "profesyonel umutlular", biz, dağda olanlar, adımları karanlık olanlar, biz, saraylarda sesi olmayanlar, özel arazilerde yabancı olanlar, her zaman ölü olanlar, tarihin mülksüzleri, vatansızlar, geleceksizler, taze öfkenin sahipleri, keşfedilmiş hakikatin sahipleri, nefretin uzun gecesine uzanmış olanlar, sahici kadın ve erkekler... En küçükler... En onurlular... En sonuncular... En iyiler... Bize şimdi gereken şey, sözlerimizi içeriye alabilsin diye kardeş kalbin kapısını açabilmektir." 


Yüzü olmayan adamlar böyle konuştular, ellerinde ateş yoktu ve sözleri açıktı, dolambaçsızdı. Gündüz geceye yeniden taşınmadan gittiler ve toprakta sadece şu sözler kaldı: "Artık Yeter!" 


 -İ. K. Y. Marcos- 

Gönüllü Hamiş: Bu olaydan yola çıkıp da her haltı olduğu gibi bunu da "yetmez ama evet"e bağlamak politik fırsatçılık yani oportünizmdir.

Zorunlu Hamiş: Boykotçuydum.

0 yorum: