11 Şubat 2011 Cuma

Ağam Kim, Paşam Kim, Şefim Kim?


Bana göre olayın ÖDP’nin şahsında sola karşı düzenlenmiş bir tertip olduğu çok açıktır. Türkiye’de uygulanmakta olan gerici, piyasacı programda solu kullanmak için kurulan bir tuzaktı. Burada ÖDP bir kırılma noktası olarak saptandı. Bu nedenle içimizdeki zaaflı unsurlar da kullanılarak oyunu bizim üzerimizde oynadılar.

Bana göre bizim üzerimizde bir oyun oynanmak istendi. Olayın gelişmesine biraz daha genişçe bakıldığında bu oyunun mahiyetini anlamak çok zor değildir. Bir yandan solu birleştirip büyütme iddiası ileri sürülürken, bir yandan da solun geçmişi hakkında; Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, Devrimci Yol hakkında darbecilik, milliyetçilik, Ergenekonculuk gibi abuk sabuk suçlamalar ortaya atılmaya başlandı. Solun bütün geçmişini sorunlu göstererek itibarsızlaştırmaya yönelik bu suçlamalar en çok da sağcı, AKP yandaşı medya organlarında sergilendi. Buna gazete ve televizyonlara yerleştirilen dönekler takımı eşlik etti.


Olayın bahsettiğin şahsın bağımsız adaylık meselesiyle bir ilgisinin olmadığı da açıktır. Bana göre o şahsın kendisi bu tertibin bir parçasıydı. Bütün bunları olayın başladığı andan itibaren anlatmaya çalışmamıza rağmen, birçok iyi niyetli arkadaşımızın “solu birleştirip büyütme, yenileşme, değişime ayak uydurma” gibi söylemlere kanarak bu tertibin arkasından gitmesini engelleyemedik. İşin bizim için elbette üzücü olan bu yanı, bizim ideolojik mücadele konusundaki zayıflığımızın da bir sonucuydu.
Ama işin sonunda, solun değişik kesimlerini de arkasına alacak şekilde, Türkiye’deki devrimci mücadelenin geçmiş değerlerine sahip çıkarak bu tertibi boşa çıkarma iradesinin gösterilebilmiş olması umut vericidir.”

Yukarıda kelimeler, cümleler ve paragraflardan oluşan uzun alıntı Adnan Bostancıoğlu'nun Oğuzhan Müftüoğlu ile yaptığı kitap olarak yayınlanan söyleşiden. Kitabın geri kalanı beni ilgilendirmiyor. Henüz çok da uzun sayılmayacak siyasi ömrümde bu tür görüşleri yeterince dinledim.

Ama bu kısmı ilgilendiriyor. Neden derseniz ben kendisinin sözünü ettiği “zaaflı unsur” ve “iyi niyetli arkadaş”lardan birisiyim sanırım.

Önce bir kere şunu vurgulamak lazım. Ne nitelik ne de nicelik açısından ülke siyaseti üzerinde zerre kadar etkisi olmayan bir sol üzerinde böylesi bir oyunun tertip edildiğini düşünmek için özgüvenin bayağı yüksek olması gerekiyor. Özgüven iyidir ama fazlası halisünasyona sebep olabilir. Alıntıdaki cümlelere bakarsak öyle olmuş gibi de görünüyor.

Peki bu hayli yüksek özgüven nereden geliyor? Yaklaşık 30 yıldır bir hareketin önderi olarak görülen kişi(ler)nin, ne olursa olsun “emrinden” çıkmayan insanlar sürekli etrafında oluyorsa, bu kişi(ler) “ebedi şef” muamelesi görüyorsa ve bu “emir komuta” kültürü “sol gelenek” adı altında yeni nesiller üzerinden sürekli üretiliyorsa, elbette böyle bir özgüven insana hasıl olur. Hem ne demişler “beşer şaşar”.

Bu özgüven neticesinde, farklı düşünenler ve bunu ifade etme cesareti gösterenleri örgütün “tarihsel abi”si ekarte eder ve bunu yaparken de bayağı destek alır. O kadar ki “tarihsel abi” tarafından ekarte edilen çevrenin “kanaat önderleri”nin “dönek”, “kitlesi”nin ise “iyi niyetli ama zaaflı unsurlar” olarak değerlendirilmesi kendi çevresi tarafından tuhaf karşılanmaz. Hatta bunu o kadar içselleştirirler ki yolda karşılaştığınız zaman size onulmaz bir hastalığa tutulmuş insan bakışı bile fırlatabilirler.

Yıllardır birlikte mücadele ettiği -haydi benim gibi son 10-15 yılın gençlerini geçelim- arkadaşlarını bir anda “dönek” ve “iyi niyetli ama zaaflı unsurlar” olarak nitelendirmek için ancak dünyanın kendi etrafında döndüğüne dair bir inanışa sahip olmak lazım. Ve bu inanışa göre örgütün kalan kısmı elde tutulabilmişse “devrimci mücadelenin geçmiş değerlerine sahip çıkılmış” olunuyor.

Farklı düşünenlere “dönek, zaaflı, kandırılmış” diye yaklaşmak ancak kendini hakim, geri kalanını hükmedilen olarak gören bir zihniyetin sonucudur. Kendini başkalarından farklı bir yerde kabul etmektir. Kendini tek doğruyu bilen olarak görmektir. Hadi açık söyleyelim, üstünlük taslamaktır.

Darbeden sonra 30, duvarın yıkılmasından sonra 20 yıl geçmesine rağmen ne örgütsel olarak ne de fikirsel olarak gelişemeyen bir çevrenin “ebedi şefi” olmayı tercih etmek, değişmeyi, gelişmeyi, büyümeyi, kitleselleşmeyi hedefleyenleri “dönek” olarak ifade edip dışlamaya çalışmak, özgürlükçü bir alan olması gereken solu, cemaat ilişkilerine hapsetmek anlamına geliyor.

Evet, bu da bir tercihtir. Hatta bu tercih dilimize “küçük olsun, benim olsun” diye yerleşmiştir. Ancak bu tercihi dışarıya “devrimci mücadeleye sahip çıkmak, solculuğa halel getirmemek” olarak yansıtmak etik bir tavır değil. Halka, emekçilere demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği kutsal kavramlar olarak tanıttıktan sonra kendi içinde antidemokrat, özgürlük karşıtı ve tuhaf bir hiyerarşiyi sürdürmek başarılı bir siyaseti getirmez. Gerçi bu da diğeri gibi bir tercihtir. Dilimize de “dediğimi yap, yaptığımı yapma” şeklinde yerleşmiştir. Ancak o çok düşünüldüğü söylenen halk, emekçiler için bunlar tutarsızlık demektir.

Tutarsızların ise “hedef kitle” tarafından ciddiye alınmayacağı hâlâ belli olmadı mı?

T. Özgür Yıldız

0 yorum: