7 Şubat 2011 Pazartesi

Ambar Devrimi

Ambar, bir Arap ülkesi veya başkentinin adı değil. Bildiğimiz ambar. Hani atalarımızın şu “Aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış.” şeklinde cümle içinde kullanmayı uygun gördüğü, genellikle tahıl saklanan depo diye bilinen yer.

Memleket sath-ı mahalinde solculukla iştigal eden ahali de bu aralar biraz bu atasözündeki gibi aslında. Tunus ve Mısır’da gerçekleşen veya gerçekleşmeye çalışan devrimleri gördükçe heyecanlanan, heyecanlandıkça hayallere dalan, devrime, en olmadı onun gerçekleşebilme ihtimaline sevdalı bir şekilde kalbi hızlı atan bir ruh hali. İşte duydukları bu heyecandan mütevellit önünü arkasını düşünmeden tumturaklı laflar etmeye başladılar. “Bizim çağımız şimdi başladı” diyen mi ararsın, AKP iktidarını devirmek için halkı sokağa çağıran mı, yoksa “Tayyip, sonun Mübarek olsun” diyen mi? Hepsinden ayrı ayrı da mevcut, hepsinin toplu bir şekilde bulunduğu da.

Elbette “devrim” düşleri görmek iyidir. O düşü görmeyen gerçeğine kavuşamaz, kavuşsa da ne yapacağını bilemez. Ve evet, herkes düşlerinin büyüklüğü kadar özgürdür ama düşle halisünasyonu da birbirine karıştırmamalı. Zira halisünasyon şöyle tanımlanıyor: “Bir his organını uyaran hiçbir nesne veya uyarıcı olmaksızın, alınan bir sanının varlığına inanma durumudur. Kişinin düşünce ve fikirlerinin dışarıya aktarıldığını sanması, düşüncelerinin bir başkası tarafından biliniyormuş hissine kapılması, gibi çeşitleri de vardır.” Ortada bırakın “devrimci” bir durumu, önümüzdeki seçimlerde AKP’nin oy oranının düşeceğine dair bile tek bir emare yokken, “selam selam Mısır’a bin selam” havasına girmenin kafa serinliği dışında bir faydasının olacağı şüpheli.

Yani aslında içinde bulunulan durum, biraz da bu toprakların kadim hastalığı olan “uzun vadeli düşünmeme”yi, bir sene sonrasına dair bile planları olmayanların, dünyanın bir bölgesinde olup biten ve hepimizin umutla olumlu sonuçlanmasını beklediği siyasi gelişmeler sonucu, geçtim milyondan-yüz binden, on binleri sokağa döküp, iktidarı devirebileceğine inanması da bu hastalığın çok çabuk ortaya çıktığına işaret ediyor. Tıpkı bir hücumda 10-15 pas yapan Barselona’ya hayran olup kendi takımı üst üste 3 pas yapınca o seviyeye çıktığını sanarak Avrupa şampiyonu olabileceğine inanmak gibi. Oysa artık neredeyse herkesin bildiği gibi Barselona bu aşamaya ulaşmak için yıllar boyu altyapı çalışmalarına ağırlık verdi, genel geçer çözümler ve kazanımlarla yetinmedi.

İşte şu anda “Tunus ve Mısır yaptı, biz de Ankara’da gaz, su ve cop yedik, bakın durum aynı” diyenlerin kapıldığı düşünceler üst üste 3 pas yapan takımın taraftarlarına hayli benziyor. Fikren ve zikren, örgütlenme ve yenilenme yaşa(ya)mayan sol, etraftan sıçrayacak kıvılcımların ateşi tutuşturacağını umuyor.

Oysa bize şimdi gereken şey, sözlerimizi içeriye alabilsin diye kardeş kalbin kapısını açabilecek bir sol*. Ancak ondan sonradır ki kendi ateşimizi kendimiz yakabiliriz. Ne de olsa bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır**.

*İ. K. Y. Marcos
**Enternasyonal Marşı

0 yorum: