22 Nisan 2013 Pazartesi

Bulgar Kışı

Geçtiğimiz iki ay boyunca, geleneksel olarak kavgacı bir bölge olan Balkanların en pasif ülkesi Bulgaristan protestolarla sarsıldı. Şubat başından bu yana büyük şehirlerin çoğunda Bulgarlar, artan elektrik ve ısınma faturaları yüzünden sokaklardaydı. Polis ve protestocular arasında birkaç gece süren çatışmalardan sonra Boyko Borissov hükumeti ve partisi GERB istifa etti.

İstifanın ertesinde bir hafta boyunca baştan savma görüşmeler yapıldı. Başkan Rossen Plevneliev, hükumet kurma görevini bunu zaten çoktan reddedetmiş olan parlamentodaki tüm partilere verdikten sonra parlamentoyu feshetti ve geçici bir hükumet atadı. Seçimler, yeni aktörlerin çıkmasına izin vermeyecek kadar yakın bir tarih olan 12 Mayıs’ta yapılacak şekilde planlandı. Yeni aktörlerin çıkmasını engellemek için yeni geçici hükumetin ilk reformu, zaten hayli yüksek olan seçim kampanyası bedellerini arttırmak oldu.

Protestolar açık ekonomik taleplerle başladı. Yüklü miktarda bir para sadece enerjiye değil, dağıtımına dair vergilere de yansıtıldı. 2005’te özelleştirilerek büyük yabancı şirketlere satılan ve zarar etmeleri halinde zararlarının tazmin edileceğine dair devletle anlaşma imzalayan enerji dağıtım şirketleri, kartel kurarak fiyatları yüksek tuttular. Sosyalizm sonrası Bulgaristan’da herhangi bir kemer sıkma karşıtı ve piyasa karşıtı söylem hala ya “komünist” (şeytan) olarak damgalanıyor ya da neoliberal Sosyalist Parti tarafından gerçek politik anlamından saptırılıyor. Bu nedenle, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde protestocular, durumu belirli bir yapısal değişim açısından anlatabilecek kelimelerden yoksun kaldılar. Tekelleşmenin aleyhinde ama enerji dağıtım şirketlerinin millileştirilmesinin lehinde olmak gibi çelişkili ekonomik talepler dile getirildi. “Sistemin toptan değişimi” iddiaları, sonrasında ne olacağından bahseden herhangi bir politik programla gelmedi. 

Protestoların başındaki hava, ciddi alarm veren bir dizi konuya yol açarak kayboldu. Kendini protestoların önderi olarak ortaya çıkan birkaç kişi kendi aralarında bölündüler bile. Yarısı parlamentoya girmesi çok zor olan marjinal bir partiyi kullanarak parlamento seçimleri için yapılan kampanyaya katıldılar. Ki“protestonun yüzü” olarak bilinen aynı kişiler, daha önce partili politikayla ilgilenmediklerini ama sistemi değiştirmek istediklerini iddia etmişlerdi. Şimdi sistemin sadece “içeriden” değiştirilebileceğini söylüyorlar. Diğer yarısı aşırı sağcı, Türk karşıtı ve Roman karşıtı bir parti olan VMRO’ya katıldılar. VMRO, ulusal ve Avrupa düzeyinde parlamentolarda temsil edilen bir diğer aşırı sağ parti ATAKA’ya paralel olarak desteğini ikiye katladı. Şu anda temsilcileri ülke çapında “millileştirme”, “yeniden dağıtım” ve “güvenlik” gibi popülist sloganlarla kampanya yürütüyorlar. Kulağa hoş geliyor ama şunu hatırlatmalı: Hüküm giymiş neonazi fanatikleri, etnik temelli tahliyeleri ve ırkçı ve şovenist politikaları açıkça destekleyen bu partilerin liderleri, yeniden dağıtımı sadece “saf etnik” Bulgarların yararına istiyorlar. Zayıf sol ise, milliyetçilerin artan egemenliğiyle başa çıkacak ne beşeri ne de mali kaynaklara sahip. Sol, sosyalistlerin ve tüm diğer partilerin açıkça sahip çıktığı serbest piyasa ideolojisi ve AB’ye katılımın yarattığı politik vakumun içerisinde yavaş ve güçlükle ortaya çıkmaya çalışıyor.

Aynı zamanda, çoğu Bulgar ailesinin yoksulluğu ve yoksunluğu belirgin bir şekilde arttı. Sadece 2012’de 36.000 Bulgar aile kredi borcunu ödeyemediği için evini kaybetti. Bir ay içerisinde, altı kendini yakma olayı gerçekleşti. Stresin tetiklediği sağlık sorunları nedeniyle intiharlar ve ölümler arttı. Ciddi ekonomik durgunluk ve çalışmayan parlamento koşullarında, yeni hükumet makyajlamak dışında bir şey yapacak durumda değildi. Aile başına bir seferlik yapılan ve ortalama bir hanenin elektrik faturasındaki artışı zar zor telafi eden 30 Avroluk yardım, insanları sürekli yoksulluktan kurtarmaya yetmeyecek bir önlem. Ve Bulgarlar çoğunlukla bir aile üyesinin yurt dışından gönderdiği gelire muhtaçken, Doğu Avrupa’daki kriz ve Avrupa Birliği’nin merkez ülkelerindeki Bulgar ve Romenlere karşı yürütülen olumsuz kampanyalar,  AB’nin bu en yoksul iki ülkesinin vatandaşlarını karamsar kılıyor. David Cameron’un yakın zamanda söylediği “daha sert” önlemler, Bulgar ve Romen yurttaşlara karşı devam eden kampanyayı ilerletmekten başka bir şey değil: Schengen vizesine karşı Alman vetosu, iki ülkeden işçilere karşı Hollanda’daki direkt ihbar hattı ve Fransa’nın Roman kökenlileri sınır dışı etmesi. Mesaj açık: AB artık bir zenginler kulübü değil, Kıbrıs’taki banka krizinin hatırlattığı gibi sadece ulusötesi ekonomik elitler için var. Bulgaristan ve Romanya ekonomik ve politik düzenlemeleri sadece ikinci sınıf yurttaşlık için yaptılar: Yüksek maliyet, düşük fayda.

Gelecek için iki senaryo:  “Hiçbir partinin çoğunluk olmadığı parlamento” ve “işaretli kahve kupası”. Bulgarların seçeceği bir sonraki parlamento, büyük ihtimalle kimsenin çoğunluğu yakalayamayıp iki ya da daha fazla politik aktörün istikrarsız bir koalisyon kuracağı bir parlamento olacak. Protestoların değiştirdiği şey, on yıldan bu yana ilk defa olarak konsolide politik sınıfın iktidarının ciddi olarak sarsılması oldu. Ve şu anda iktidarda olanlar politik hatlarını radikal bir şekilde değiştirmezlerse, gelecek kış yeni bir protesto dalgasıyla yüz yüze gelecekler. “Kupa işaretlemek” İtalyan yazar Tonino Guerra’nın kullandığı bir ifade. Bir kafenin paralı müşterilerinin, kahve alacak parası olmayan bir müşteriye servis edilmesi için fazladan bir kahve parası daha ödemesini tarif eden bir dayanışma deneyimi. Bu ifade yakın zamanda Bulgaristan sosyal medyasında yayıldı. Artan sayıda kafe ve dükkân, ihtiyacı olan insanlara yardım edilebilmesi için bu hizmeti vermeye başladı. Bu deneyim yapısal sorunu çözmeyecek veya atomizasyon, yabancılaşma ve umutsuzluğun uzun süredir baskın sosyal gerçeklik olduğu ülkede kök salmayacaktır ama bu, devlet veya uluslararası bağışçılara bağımlı olmayan bir taban örgütlenmesine gerek olduğunun artan bir şekilde kabul edildiğini gösteriyor. Sosyalizm sonrası Bulgaristan’da ilk defa, dönüşüm yıllarında sorgusuz sualsiz tam olarak kabul edilen bencil bireycilik, bir değer olarak sorgulandı. Bulgarlar, var olanı paylaşmaya, yeniyi geliştirmeye ve eski model dayanışma ve örgütlenme tiplerini hatırlamaya başladılar. Daha iyi bir yönetişim sistemi ve insanlık dışı ekonomik politikaların tersine çevrilmesi sorunları hala duruyor. Ama aynı zamanda belirli bir seviyede özerklik ve politik olgunluk da var. Tüm kriz mağduru ülkeler gibi Bulgaristan’ın önünde de zorlu bir yol uzanıyor.

Mariya Ivancheva

Transform!

0 yorum: