Aşırı sağın Avrupa’daki yükselişinin bir parçası olan Altın Şafak adındaki Nazi partisinin Yunan parlamentosuna girmeyi başarması,; diğer yanıyla da Yunanistan’daki politik ve finansal krizin özel boyutlarını ortaya koyuyor.
Yanıt aradığımız
soru, iç yapısında temel bir bileşen olarak şiddet olan bir Nazi
partisinin, yıllardır sahip olduğu marjinal karakteri üstünden
atmayı nasıl başardığı ve parlamenter temsil kazandığı.
Altın Şafak 1980’de kuruldu ama medya tarafından “büyük
ulusal öneme sahip sorunlar” olarak aşırı derecede gerilen iki
konunun avantajını kullanarak 1990’larda daha etkin bir hale
geldi: Makedonya sorunu ve Balkanlardan gelen göç. Burjuva
partileri tutuk kalırken Yunan solu bu konulara karşı tavır aldı.
Solculara ve özellikle
göçmenlere karşı gerçekleştirdiği kanlı saldırılara ve
2000’ler ve sonrasında okullara sızmasına rağmen Altın Şafak,
hiçbir zaman ciddi bir parlamenter veya adli soruşturmaya maruz
kalmadı. Nazizm, Yunan milliyetçiliğini vaftiz ettiği zaman, bu
partinin ilk olarak 2010’da Atina yerel seçimlerine, sonrasında
da %7’lere tırmandığı 2012 parlamenter seçimlerine katılmasına
yol verildi.
Bir Nazi partisinin Yunan toplumunda böylesi bir ivme kazanmasının nedenleri genel olarak ekonomik krizin kendisine değil ama daha çok kriz ve onun yönetimine dair baskın ulusal ve Avrupalı hikâyesine bağlıydı. Aşırı sağ bu hikâyede önemli bir rol oynadı. İlk olarak Altın Şafak’tan önce 2000’li yıllarda LAOS aşırı sağın parlamentodaki sözcüsüydü. LAOS, diktatörlüğün yıkılışından sonra parçalanmış olarak kalan Yunan aşırı sağını, hatta bazen bazı Altın Şafak üyelerini de bir araya getirdi. 2007’ye kadar marjinal kalan bu popülist aşırı sağcı parti, 2008’den sonra politik sistemin merkezinde rol almaya başlamıştı bile. O dönem, Atina ve diğer kent merkezlerinde ayaklanmalar patlak vermiş, 90’ların sonundan beri kaynayan ve karşılığını SYRIZA’da bulan radikal bir dönüşüm Yunan sokaklarında görülmeye başlamıştı. Sol ve Sağ arasında dengenin egemen olduğu ve solun alanını PASOK’un kapladığı diktatörlüğün düşüşünü takip eden dönem boyunca Sol, dengenin tarihsel güvencesini oluşturuyordu. 90’ların sonu boyunca PASOK, neoliberal modernleşmenin Yunanistan’a taşınması rolünü somutlaştırdı ve yeni bir ayrım ortaya çıkmaya başladı: Modernleşme ve modernleşme karşıtlığı alanı. Hem PASOK’u hem de Yeni Demokrasi’yi içeren bu yeni modernleşme alanı, Sola hiç yer bırakmadı. Tam tersine, aşırı sağı kendi ideolojisine katacak taşları döşedi.
Bir Nazi partisinin Yunan toplumunda böylesi bir ivme kazanmasının nedenleri genel olarak ekonomik krizin kendisine değil ama daha çok kriz ve onun yönetimine dair baskın ulusal ve Avrupalı hikâyesine bağlıydı. Aşırı sağ bu hikâyede önemli bir rol oynadı. İlk olarak Altın Şafak’tan önce 2000’li yıllarda LAOS aşırı sağın parlamentodaki sözcüsüydü. LAOS, diktatörlüğün yıkılışından sonra parçalanmış olarak kalan Yunan aşırı sağını, hatta bazen bazı Altın Şafak üyelerini de bir araya getirdi. 2007’ye kadar marjinal kalan bu popülist aşırı sağcı parti, 2008’den sonra politik sistemin merkezinde rol almaya başlamıştı bile. O dönem, Atina ve diğer kent merkezlerinde ayaklanmalar patlak vermiş, 90’ların sonundan beri kaynayan ve karşılığını SYRIZA’da bulan radikal bir dönüşüm Yunan sokaklarında görülmeye başlamıştı. Sol ve Sağ arasında dengenin egemen olduğu ve solun alanını PASOK’un kapladığı diktatörlüğün düşüşünü takip eden dönem boyunca Sol, dengenin tarihsel güvencesini oluşturuyordu. 90’ların sonu boyunca PASOK, neoliberal modernleşmenin Yunanistan’a taşınması rolünü somutlaştırdı ve yeni bir ayrım ortaya çıkmaya başladı: Modernleşme ve modernleşme karşıtlığı alanı. Hem PASOK’u hem de Yeni Demokrasi’yi içeren bu yeni modernleşme alanı, Sola hiç yer bırakmadı. Tam tersine, aşırı sağı kendi ideolojisine katacak taşları döşedi.
2009’un sonunda finansal
krizin patlak vermesiyle birlikte, aşırı sağcı LAOS partisi ,
krizin ulusal ve Avrupalı hikâyesinde önemli bir görev elde etti.
Bunun nedeni, bu kriz hikâyesinin, ulusal ve Avrupa çapında, sınıf
sorumluluğundan ziyade ulusal sorumluluk açısından ve sınıf
kavramı dışında kurulmuş olmasıdır.
Bu hikaye içinde devletin
demokratik egemenliği, sivil, politik ve sosyal hakların garanti
edilmesi olarak değil ama ulusun ve Avrupalı doğasının mistik
bir yeniden üretimi olarak tanımlanırken yurttaş kavramı de
ortak, sınıfsız bir kimlik haline indirgendi. Bu nedenle,
yurttaşlar ve onların haklarının krizden sorumlu olduğunu iddia
eden hikâye, neoliberal milliyetçiliğin inşasını öngördü ve
bunu gerekli kabul etti: Ulusun (ve Avrupalılığının) kurtuluşu
en baştadır. Bu kurtuluş, ulusun Avrupalı kimliğinin sorumlu
sözcüsü “mükemmel” olan tarafından aynı "mükemmelin" Yunanistan’ı krize götürenler olduğuna bakılmaksızın
üstlenilecekti. Yunanistan’da 2009’dan sonra, SYRIZA Sol’un
tarihi rolünü üstelendi: Demokratik devletin kendisi devam
ettirmek için yurttaşların haklarını korumak için devamlı
mücadele etmek. Bu zorlu savaş boyunca yönetici politik elit iki
şekilde karşı saldırıya geçti: İlk olarak PASOK, LAOS ve ND
ürünü olan Lucas Papademos (eski banker) hükumetinde aşırı
sağcı LAOS partisiyle ittifak kurdular. İkinci olarak ulusun
“Avrupalılığını” kurtarma gerekçesiyle LAOS’un göçmen
karşıtı söylemini ve geleneksel (eski) milliyetçiliği
meşrulaştırdılar. Böylece neoliberal milliyetçiliğin son
derece ihtiyaç duyduğu tarihsel derinliği yaratmış oldular.
Neoliberalizme ulusal tarihselliği sunan LAOS böylece yurttaşlık
kavramının depolitize edilmesi ve “toplama kampları”, kamu
sağlık sisteminden çıkartılma vs. şeklinde kendini gösteren
göçmen karşıtı öfkeye de tarihsel meşruluk sağladı.
Devletin, Yunanların
meşru direniş ve itaatsizlik ifadesi olan muazzam büyüklükteki
gösterilere karşı uyguladığı meşruiyeti olmayan şiddet,
devleti demokratik bir müzakere alanı olmaktan çıkarıp gücün
ve baskının taşıyıcısı haline getirdi. Papademos hükumeti
demokratik direniş ve itaatsizlik eylemlerini aşırı ve ulus
karşıtı diye adlandırarak ve SYRIZA’yı da aşırı bir parti
olarak göstererek şiddetli bir şekilde meşruiyetlerini bozdu.
Demokrasinin sorunun temeli olarak işaret edildiği bu çerçevede,
Altın Şafak açıkça hareket edebileceği bir alan buldu. Bu
arada, Altın Şafak’ın hiçbir gösteride yer almadığını ama
göstericilere karşı polisin yanında yer aldığını da belirtmek
gerek. Aynı zamanda hükumet, yurttaşların haklı öfkesini bölmek
için göçmelere karşı politik programlar düzenledi ve böylece
Yunanlıların Altın Şafak’ın göçmen karşıtı ırkçı
etkinliklerine aşina olmasını sağladı. Eşzamanlı olarak Altın
Şafak’ın acımasızlığı, iki uç teorisini inşa etmek için
çok kullanışlıydı. Bu teori, zamanında ve şimdi de en bayağı
biçimde, sadece Altın Şafak’ı değil, SYRIZA’yı da
marjinalize etmek için kullanıldı ve kullanılıyor. Daha da
ötesi, sistem bu teoriyi Altın Şafak’a o zamana kadar hiç de
öyle olmadığı halde memorandum karşıtı görünüm yüklemekte
kullandığından ve böylece seçmenlerin gözünde tercih
edilebilir hale getirdiğinden beri Altın Şafak’ın mükemmel bir
şekilde işine geliyor. Altın Şafak’ın suçlu, ırkçı,
demokratik olmayan eylemleri, SYRIZA’nın demokratik, anti
kapitalist ve bu yüzden de kemer sıkma karşıtı olan
politikasıyla tanımlandı.
Bununla beraber, 2012’deki
kritik seçimler sırasında kaydedildiği gibi, alternatif bir
yönetim öneren SYRIZA, yeniden önplana çıktı ve aynı zamanda
Sol ve Sağ arasındaki tarihsel ayrımı derinleştirdi. Uzun yıllar
sonra Yunan yurttaşlar, ülkenin aşağıdaki unsurlara göre
bölünmesiyle sonuçlanan tamamen sınıfsal ölçütlere göre oy
kullandılar: coğrafya, yaş ve ekonomik durum. Ülkenin yarısı 55
yaşın altında, büyük kent merkezlerinde ikamet ediyor (Atina,
Selanik, Patras, Heraklion ve diğerleri) ve sosyal gruplar krizden
etkilendi (işsizler, kamu ve özel sektör çalışanları,
yoksullaşan orta sınıf vs). Ülkenin bu yarısı SYRIZA’nın
aldığı %27 oyda kendini gösterdi. Ülkenin diğer yarısı ise
PASOK ve ND’nin müşteri yaklaşımı sebebiyle daha yaşlı ve
zengin. SYRIZA’nın yükselişini tehdit olarak algıladılar.
SYRIZA tarafından ortaya çıkarılan bu “sınıfsal bölünme”,
büyük ölçüde neoliberal güçlerin dayatmaya çalıştığı ve
Altın Şafak’ın yararlandığı ulusal bölünmeyi geçersiz
kıldı. Altın Şafak, bu baskın ulusal felaket söylemini kendi
tarzında kullandı ve sistemin politik güçlerine olan ulusal
öfkeyi SYRIZA’ya yöneltme görevini üstlendi.
Şunu dikkatli bir şekilde
gözlemlememiz gerekiyor: Altın Şafak, egemen sistemin istediği
gibi ulusal, sisteme karşı sınıfsız öfke ve sınıfsız
itaatsizlik dilini kullanıyor. Altın Şafak’ın oyların sınıfsal
karakterini azaltmanın taşıyıcısı ve yine neoliberalizmin hem
ifade de hem de eylemde şiddet kullanan muhalif sürümü haline
geldi. Yunanistan, 2012’deki iki seçim sırasında ve özellikle
de iki seçim arasında, iç politik yaşamına dair demokratik
Avrupa tarihi boyunca Avrupalı liderlerin ve yetkililerin
gerçekleştirdiği eşi benzeri olmayan bir müdahaleye maruz kaldı.
SYRIZA’ya oy verilmesi halinde Yunanistan’ın Avro bölgesinden
çıkartılabileceğinde dair doğrudan tehditlerle, SYRIZA, Yunan
bayrağını indiren ve AB’den ayrıldığı için yıkıntılar
içinde bulunan Yunanistan’ı gösteren politik reklamlarla
bağlantılandırıldı. SYRIZA bu karanlık iklimde sol ve dayanışma
içindeki toplumların demokratik “Avrupalılığı” adına
hükumet kurma görevini talep etti. Yani AB liderleri ve
yetkililerinin tam desteğine sahip egemen Yunan politik sistemi
SYRIZA’yı kemer sıkma politikalarına karşı olduğu için
aşırı, Avrupa karşıtı bir güç olarak marjinalize eder ve
Avrupa karşıtı iki uç teorisini güçlendirirken, Yunan halkının
SYRIZA’ya verdiği oylar, onun kemer sıkma önlemlerine karşı
olduğu için Avrupalı olduğunu kanıtladı. Bu anlamda SYRIZA,
yurttaşların sınıf farkındalığı ve Avrupalı bilinci ile
neloberal sınıfsızlık ve ulusların Avrupalı kimliği arasındaki
kesişmesini tespit etti.
Diğer yandan neoliberal
sistemin sınıfsız ve ciddi anlamda milliyetçi “Avrupalılığının”
avantajını kullanarak, Siyonistler, göçmenler ve solcular
yüzünden aşağılanmaya maruz kalan ulus için milliyetçi nefret
ve öfke adına oy istedi. Altın Şafak lehine olan bu milliyetçi
nefret ve öfke oyu, neoliberal Avrupalı sınıf tarafından
yaratılan çelişkiyi tam olarak yansıtıyor: Tüm devletler için
homojen bir politik-sosyal dönem yaratılırken, bu defa, birbirine
rakip olarak tanımlanan ve aralarında çatışmanın dinamiklerini
taşıyan pek çok ulusal döneme ayrıldı. Ulusun kurtuluşu,
dayanışma kurumları yaratmaya ve Avrupa yurttaşları arasında
ortaklaşmaya değil ama ulusal düşmanların yok edilmesi için
farklı mekanizmalar kurulmasına bağlı olmasından dolayı, zemin
aşırı sağın büyümesi için bundan daha elverişli olamazdı.
Altın Şafak, sistemle
savaşan bir Nazi partisinden daha fazlası. Tamamen geleneksel sol
düşmanı (gerici) Sağı temsil ediyor. Doğrudan iç savaşa vurgu
yaparak Nazi işbirlikçilerine saygılarını belirten sloganlar
kullanmaları, asıl hedeflerini gösteriyor: SYRIZA. Bu nedenle
Altın Şafak, hem iç savaşta hem de askeri diktatörlükte tüm
aşırı sağı da içeren Sağın, tarihi geleneğindeki yerini
istiyor. Kriz, Altın Şafak’a, Yunanistan’da Sağın kanatları
altında yaşayan faşist, milliyetçi ve sol düşmanı mantığı
açığa çıkarma fırsatı veriyor. Altın Şafak en yüksek
oranları geleneksel olarak sağlam sağcı bölgelerden almayı
başarmışken, aşırı sağcı popülist bir parti olarak çoktan
kriz yüzünden perişan duruma düşmüş alanlara veya yaşamlarının
günden güne kötüye gittiğini gören küçük burjuva kesimlere
de sızdı. Nazizmin saldırgan ve şoke edici unsurlarını kullanan
Altın Şafak, kendisini sosyal olarak ve açıkça politik sistemi
ve toplumu düşmanlarından “arındıracak” bir güç şeklinde
dayatmaya çalışıyor. Amaçları, radikal bir sağ parti olarak,
Yunanların aşağılanmasına neden olan ve iç düşman Solun
yükselmesine fırsat verdikleri için yetersiz olarak gördükleri
Sağın yerini almak.
Avrupa’da aşırı sağın
yükselişine olduğu kadar Altın Şafak’ın yükselişine de
politik yanıt, tüm “demokratik güçlerin” birleşmesinde
oluşan bir anti faşist cephenin yaratılması değil. Sağ ve Sol
arasındaki klasik ayrımdan Demokratlar ve Faşistler ayrımına
keskin bir dönüşe yol açacak olan bu cephe, neoliberalizmin
soldan aklanması rolünü oynayacaktır. Bana göre bu aşırı sağı
daha da yükselmesine ve SYRIZA’nın güçten düşmesine neden
olacak ölümcül bir politik hata olacaktır. Toplumların
sorunlarının ağırlıklı olarak sınıflara bağlı olduğu bir
dönemde sınıfsız bir cephenin oluşturulması, Solu sorunun bir
parçası haline getirecektir. Avrupa Solu, ulusal düzeyde ilk
olarak kurumsal ve toplumsal olarak aşırı sağın eylemleri ve
etkisinin tecrit edilmesini talep etmelidir. Sol, polis ve adalet
gibi, özellikle ikincisi Yunanistan’da etkisiz, devlet
kurumlarının bu tür partilerin kriminal eylemlerine müdahalesini
talep etmeli, aynı zamanda krizden en çok etkilenen kesimler için
dayanışma ağları kurmalıdır. En önemlisi sağlam, demokratik
bir göç politikası kurmayı hedeflemelidir. Hem Avrupa Solu hem de
Yunanistan’da SYRIZA için göç, önemli bir politik konu çünkü
bu sosyal mücadelenin ve milliyetçilik ve ırkçılığa karşı
savaşın bir konusu. SYRIZA, Yunanistan’da yeni bir yurttaşlık
yasası talep ederek ulus ve cumhuriyet kavramının sınıfsal ve
ideolojik bir bakışla yeniden tanımlanmasını dayatmalıdır.
Politik duruma bakarsak,
“mükemmele” emanet edilen politikaların neoliberal mantığıyla
yüz yüze gelen Solun, temsili demokrasinin, referandum veya
seçilmiş politikacıların ger çağrılması veya çekilmesi gibi
doğrudan demokrasi kurumlarıyla güçlendirilmesini talep etme
zamanı geldi. Sınıf mücadelesinin krizden etkilenen toplumun
mutlaka politikaya dahil olması gerektiği bilinciyle demokratik
olarak dile getirilmesi gerekiyor. Özellik Avrupa çapında, Sol,
dinamik bir şekilde krizin farklı bir Avrupalı anlatımında ve
sonuç olarak AB’nin farklı bir şekilde inşasını öne sürmeli.
AB’nin neoliberal “emperyal” yapısının sağ partilerin
yükselmesini sağladığını kavramanın zamanı geldi. Yani sorun
sadece kemer sıkma önlemlerine karşı mantıklı bir sol direniş
gösterme değil, anlaşmayan ulusların AB’si yerine dayanışma
içindeki toplumların AB’sini gerçekleştirecek kurumsal
değişikleri talep etmek gerekiyor. Özellikle ulusal egemenlik
konusu, ulus devlet, politik iktidarın Avrupalı kullanımı vs,
Avrupa Solu gündeminin ilk sayfasında olmalıdır. Cumhuriyet,
ulus, Avrupa gibi kavramlarla ilgili söylemlerde, Sol olarak burjuva
güçler karşısında abandone olmuş durumdayız. Krizin, kendisini
ulusal anlamda yerli-yabancı diye bölünme şeklinde gösteren,
Kuzey-Güney bölünmesi üzerine inşa edilen Avrupalı anlatımının
baskın etkisini kırmak için bizler, bu kritik kavramların
içeriğinin açıklanmasına dair fikri hegemonyayı
gerçekleştirmeye mecburuz.
Sia Anagnostopoulou
Transform!
Çeviri: Kontra Salvo
Sia Anagnostopoulou
Transform!
Çeviri: Kontra Salvo
0 yorum:
Yorum Gönder