16 Ocak 2013 Çarşamba

Yunan Nazi Partisi "Altın Şafak"

Aşırı sağın Avrupa’daki yükselişinin bir parçası olan Altın Şafak adındaki Nazi partisinin Yunan parlamentosuna girmeyi başarması,; diğer yanıyla da Yunanistan’daki politik ve finansal krizin özel boyutlarını ortaya koyuyor.

Yanıt aradığımız soru, iç yapısında temel bir bileşen olarak şiddet olan bir Nazi partisinin, yıllardır sahip olduğu marjinal karakteri üstünden atmayı nasıl başardığı ve parlamenter temsil kazandığı. Altın Şafak 1980’de kuruldu ama medya tarafından “büyük ulusal öneme sahip sorunlar” olarak aşırı derecede gerilen iki konunun avantajını kullanarak 1990’larda daha etkin bir hale geldi: Makedonya sorunu ve Balkanlardan gelen göç. Burjuva partileri tutuk kalırken Yunan solu bu konulara karşı tavır aldı.

Solculara ve özellikle göçmenlere karşı gerçekleştirdiği kanlı saldırılara ve 2000’ler ve sonrasında okullara sızmasına rağmen Altın Şafak, hiçbir zaman ciddi bir parlamenter veya adli soruşturmaya maruz kalmadı. Nazizm, Yunan milliyetçiliğini vaftiz ettiği zaman, bu partinin ilk olarak 2010’da Atina yerel seçimlerine, sonrasında da %7’lere tırmandığı 2012 parlamenter seçimlerine katılmasına yol verildi.

Bir Nazi partisinin Yunan toplumunda böylesi bir ivme kazanmasının nedenleri genel olarak ekonomik krizin kendisine değil ama daha çok kriz ve onun yönetimine dair baskın ulusal ve Avrupalı hikâyesine bağlıydı. Aşırı sağ bu hikâyede önemli bir rol oynadı. İlk olarak Altın Şafak’tan önce 2000’li yıllarda LAOS aşırı sağın parlamentodaki sözcüsüydü. LAOS, diktatörlüğün yıkılışından sonra parçalanmış olarak kalan Yunan aşırı sağını, hatta bazen bazı Altın Şafak üyelerini de bir araya getirdi. 2007’ye kadar marjinal kalan bu popülist aşırı sağcı parti, 2008’den sonra politik sistemin merkezinde rol almaya başlamıştı bile. O dönem, Atina ve diğer kent merkezlerinde ayaklanmalar patlak vermiş, 90’ların sonundan beri kaynayan ve karşılığını SYRIZA’da bulan radikal bir dönüşüm Yunan sokaklarında görülmeye başlamıştı. Sol ve Sağ arasında dengenin egemen olduğu ve solun alanını PASOK’un kapladığı diktatörlüğün düşüşünü takip eden dönem boyunca Sol, dengenin tarihsel güvencesini oluşturuyordu. 90’ların sonu boyunca PASOK, neoliberal modernleşmenin Yunanistan’a taşınması rolünü somutlaştırdı ve yeni bir ayrım ortaya çıkmaya başladı: Modernleşme ve modernleşme karşıtlığı alanı. Hem PASOK’u hem de Yeni Demokrasi’yi içeren bu yeni modernleşme alanı, Sola hiç yer bırakmadı. Tam tersine, aşırı sağı kendi ideolojisine katacak taşları döşedi.

2009’un sonunda finansal krizin patlak vermesiyle birlikte, aşırı sağcı LAOS partisi , krizin ulusal ve Avrupalı hikâyesinde önemli bir görev elde etti. Bunun nedeni, bu kriz hikâyesinin, ulusal ve Avrupa çapında, sınıf sorumluluğundan ziyade ulusal sorumluluk açısından ve sınıf kavramı dışında kurulmuş olmasıdır.

Bu hikaye içinde devletin demokratik egemenliği, sivil, politik ve sosyal hakların garanti edilmesi olarak değil ama ulusun ve Avrupalı doğasının mistik bir yeniden üretimi olarak tanımlanırken yurttaş kavramı de ortak, sınıfsız bir kimlik haline indirgendi. Bu nedenle, yurttaşlar ve onların haklarının krizden sorumlu olduğunu iddia eden hikâye, neoliberal milliyetçiliğin inşasını öngördü ve bunu gerekli kabul etti: Ulusun (ve Avrupalılığının) kurtuluşu en baştadır. Bu kurtuluş, ulusun Avrupalı kimliğinin sorumlu sözcüsü “mükemmel” olan tarafından aynı "mükemmelin" Yunanistan’ı krize götürenler olduğuna bakılmaksızın üstlenilecekti. Yunanistan’da 2009’dan sonra, SYRIZA Sol’un tarihi rolünü üstelendi: Demokratik devletin kendisi devam ettirmek için yurttaşların haklarını korumak için devamlı mücadele etmek. Bu zorlu savaş boyunca yönetici politik elit iki şekilde karşı saldırıya geçti: İlk olarak PASOK, LAOS ve ND ürünü olan Lucas Papademos (eski banker) hükumetinde aşırı sağcı LAOS partisiyle ittifak kurdular. İkinci olarak ulusun “Avrupalılığını” kurtarma gerekçesiyle LAOS’un göçmen karşıtı söylemini ve geleneksel (eski) milliyetçiliği meşrulaştırdılar. Böylece neoliberal milliyetçiliğin son derece ihtiyaç duyduğu tarihsel derinliği yaratmış oldular. Neoliberalizme ulusal tarihselliği sunan LAOS böylece yurttaşlık kavramının depolitize edilmesi ve “toplama kampları”, kamu sağlık sisteminden çıkartılma vs. şeklinde kendini gösteren göçmen karşıtı öfkeye de tarihsel meşruluk sağladı.

Devletin, Yunanların meşru direniş ve itaatsizlik ifadesi olan muazzam büyüklükteki gösterilere karşı uyguladığı meşruiyeti olmayan şiddet, devleti demokratik bir müzakere alanı olmaktan çıkarıp gücün ve baskının taşıyıcısı haline getirdi. Papademos hükumeti demokratik direniş ve itaatsizlik eylemlerini aşırı ve ulus karşıtı diye adlandırarak ve SYRIZA’yı da aşırı bir parti olarak göstererek şiddetli bir şekilde meşruiyetlerini bozdu. Demokrasinin sorunun temeli olarak işaret edildiği bu çerçevede, Altın Şafak açıkça hareket edebileceği bir alan buldu. Bu arada, Altın Şafak’ın hiçbir gösteride yer almadığını ama göstericilere karşı polisin yanında yer aldığını da belirtmek gerek. Aynı zamanda hükumet, yurttaşların haklı öfkesini bölmek için göçmelere karşı politik programlar düzenledi ve böylece Yunanlıların Altın Şafak’ın göçmen karşıtı ırkçı etkinliklerine aşina olmasını sağladı. Eşzamanlı olarak Altın Şafak’ın acımasızlığı, iki uç teorisini inşa etmek için çok kullanışlıydı. Bu teori, zamanında ve şimdi de en bayağı biçimde, sadece Altın Şafak’ı değil, SYRIZA’yı da marjinalize etmek için kullanıldı ve kullanılıyor. Daha da ötesi, sistem bu teoriyi Altın Şafak’a o zamana kadar hiç de öyle olmadığı halde memorandum karşıtı görünüm yüklemekte kullandığından ve böylece seçmenlerin gözünde tercih edilebilir hale getirdiğinden beri Altın Şafak’ın mükemmel bir şekilde işine geliyor. Altın Şafak’ın suçlu, ırkçı, demokratik olmayan eylemleri, SYRIZA’nın demokratik, anti kapitalist ve bu yüzden de kemer sıkma karşıtı olan politikasıyla tanımlandı.

Bununla beraber, 2012’deki kritik seçimler sırasında kaydedildiği gibi, alternatif bir yönetim öneren SYRIZA, yeniden önplana çıktı ve aynı zamanda Sol ve Sağ arasındaki tarihsel ayrımı derinleştirdi. Uzun yıllar sonra Yunan yurttaşlar, ülkenin aşağıdaki unsurlara göre bölünmesiyle sonuçlanan tamamen sınıfsal ölçütlere göre oy kullandılar: coğrafya, yaş ve ekonomik durum. Ülkenin yarısı 55 yaşın altında, büyük kent merkezlerinde ikamet ediyor (Atina, Selanik, Patras, Heraklion ve diğerleri) ve sosyal gruplar krizden etkilendi (işsizler, kamu ve özel sektör çalışanları, yoksullaşan orta sınıf vs). Ülkenin bu yarısı SYRIZA’nın aldığı %27 oyda kendini gösterdi. Ülkenin diğer yarısı ise PASOK ve ND’nin müşteri yaklaşımı sebebiyle daha yaşlı ve zengin. SYRIZA’nın yükselişini tehdit olarak algıladılar. SYRIZA tarafından ortaya çıkarılan bu “sınıfsal bölünme”, büyük ölçüde neoliberal güçlerin dayatmaya çalıştığı ve Altın Şafak’ın yararlandığı ulusal bölünmeyi geçersiz kıldı. Altın Şafak, bu baskın ulusal felaket söylemini kendi tarzında kullandı ve sistemin politik güçlerine olan ulusal öfkeyi SYRIZA’ya yöneltme görevini üstlendi.

Şunu dikkatli bir şekilde gözlemlememiz gerekiyor: Altın Şafak, egemen sistemin istediği gibi ulusal, sisteme karşı sınıfsız öfke ve sınıfsız itaatsizlik dilini kullanıyor. Altın Şafak’ın oyların sınıfsal karakterini azaltmanın taşıyıcısı ve yine neoliberalizmin hem ifade de hem de eylemde şiddet kullanan muhalif sürümü haline geldi. Yunanistan, 2012’deki iki seçim sırasında ve özellikle de iki seçim arasında, iç politik yaşamına dair demokratik Avrupa tarihi boyunca Avrupalı liderlerin ve yetkililerin gerçekleştirdiği eşi benzeri olmayan bir müdahaleye maruz kaldı. SYRIZA’ya oy verilmesi halinde Yunanistan’ın Avro bölgesinden çıkartılabileceğinde dair doğrudan tehditlerle, SYRIZA, Yunan bayrağını indiren ve AB’den ayrıldığı için yıkıntılar içinde bulunan Yunanistan’ı gösteren politik reklamlarla bağlantılandırıldı. SYRIZA bu karanlık iklimde sol ve dayanışma içindeki toplumların demokratik “Avrupalılığı” adına hükumet kurma görevini talep etti. Yani AB liderleri ve yetkililerinin tam desteğine sahip egemen Yunan politik sistemi SYRIZA’yı kemer sıkma politikalarına karşı olduğu için aşırı, Avrupa karşıtı bir güç olarak marjinalize eder ve Avrupa karşıtı iki uç teorisini güçlendirirken, Yunan halkının SYRIZA’ya verdiği oylar, onun kemer sıkma önlemlerine karşı olduğu için Avrupalı olduğunu kanıtladı. Bu anlamda SYRIZA, yurttaşların sınıf farkındalığı ve Avrupalı bilinci ile neloberal sınıfsızlık ve ulusların Avrupalı kimliği arasındaki kesişmesini tespit etti.

Diğer yandan neoliberal sistemin sınıfsız ve ciddi anlamda milliyetçi “Avrupalılığının” avantajını kullanarak, Siyonistler, göçmenler ve solcular yüzünden aşağılanmaya maruz kalan ulus için milliyetçi nefret ve öfke adına oy istedi. Altın Şafak lehine olan bu milliyetçi nefret ve öfke oyu, neoliberal Avrupalı sınıf tarafından yaratılan çelişkiyi tam olarak yansıtıyor: Tüm devletler için homojen bir politik-sosyal dönem yaratılırken, bu defa, birbirine rakip olarak tanımlanan ve aralarında çatışmanın dinamiklerini taşıyan pek çok ulusal döneme ayrıldı. Ulusun kurtuluşu, dayanışma kurumları yaratmaya ve Avrupa yurttaşları arasında ortaklaşmaya değil ama ulusal düşmanların yok edilmesi için farklı mekanizmalar kurulmasına bağlı olmasından dolayı, zemin aşırı sağın büyümesi için bundan daha elverişli olamazdı.

Altın Şafak, sistemle savaşan bir Nazi partisinden daha fazlası. Tamamen geleneksel sol düşmanı (gerici) Sağı temsil ediyor. Doğrudan iç savaşa vurgu yaparak Nazi işbirlikçilerine saygılarını belirten sloganlar kullanmaları, asıl hedeflerini gösteriyor: SYRIZA. Bu nedenle Altın Şafak, hem iç savaşta hem de askeri diktatörlükte tüm aşırı sağı da içeren Sağın, tarihi geleneğindeki yerini istiyor. Kriz, Altın Şafak’a, Yunanistan’da Sağın kanatları altında yaşayan faşist, milliyetçi ve sol düşmanı mantığı açığa çıkarma fırsatı veriyor. Altın Şafak en yüksek oranları geleneksel olarak sağlam sağcı bölgelerden almayı başarmışken, aşırı sağcı popülist bir parti olarak çoktan kriz yüzünden perişan duruma düşmüş alanlara veya yaşamlarının günden güne kötüye gittiğini gören küçük burjuva kesimlere de sızdı. Nazizmin saldırgan ve şoke edici unsurlarını kullanan Altın Şafak, kendisini sosyal olarak ve açıkça politik sistemi ve toplumu düşmanlarından “arındıracak” bir güç şeklinde dayatmaya çalışıyor. Amaçları, radikal bir sağ parti olarak, Yunanların aşağılanmasına neden olan ve iç düşman Solun yükselmesine fırsat verdikleri için yetersiz olarak gördükleri Sağın yerini almak.

Avrupa’da aşırı sağın yükselişine olduğu kadar Altın Şafak’ın yükselişine de politik yanıt, tüm “demokratik güçlerin” birleşmesinde oluşan bir anti faşist cephenin yaratılması değil. Sağ ve Sol arasındaki klasik ayrımdan Demokratlar ve Faşistler ayrımına keskin bir dönüşe yol açacak olan bu cephe, neoliberalizmin soldan aklanması rolünü oynayacaktır. Bana göre bu aşırı sağı daha da yükselmesine ve SYRIZA’nın güçten düşmesine neden olacak ölümcül bir politik hata olacaktır. Toplumların sorunlarının ağırlıklı olarak sınıflara bağlı olduğu bir dönemde sınıfsız bir cephenin oluşturulması, Solu sorunun bir parçası haline getirecektir. Avrupa Solu, ulusal düzeyde ilk olarak kurumsal ve toplumsal olarak aşırı sağın eylemleri ve etkisinin tecrit edilmesini talep etmelidir. Sol, polis ve adalet gibi, özellikle ikincisi Yunanistan’da etkisiz, devlet kurumlarının bu tür partilerin kriminal eylemlerine müdahalesini talep etmeli, aynı zamanda krizden en çok etkilenen kesimler için dayanışma ağları kurmalıdır. En önemlisi sağlam, demokratik bir göç politikası kurmayı hedeflemelidir. Hem Avrupa Solu hem de Yunanistan’da SYRIZA için göç, önemli bir politik konu çünkü bu sosyal mücadelenin ve milliyetçilik ve ırkçılığa karşı savaşın bir konusu. SYRIZA, Yunanistan’da yeni bir yurttaşlık yasası talep ederek ulus ve cumhuriyet kavramının sınıfsal ve ideolojik bir bakışla yeniden tanımlanmasını dayatmalıdır.

Politik duruma bakarsak, “mükemmele” emanet edilen politikaların neoliberal mantığıyla yüz yüze gelen Solun, temsili demokrasinin, referandum veya seçilmiş politikacıların ger çağrılması veya çekilmesi gibi doğrudan demokrasi kurumlarıyla güçlendirilmesini talep etme zamanı geldi. Sınıf mücadelesinin krizden etkilenen toplumun mutlaka politikaya dahil olması gerektiği bilinciyle demokratik olarak dile getirilmesi gerekiyor. Özellik Avrupa çapında, Sol, dinamik bir şekilde krizin farklı bir Avrupalı anlatımında ve sonuç olarak AB’nin farklı bir şekilde inşasını öne sürmeli. AB’nin neoliberal “emperyal” yapısının sağ partilerin yükselmesini sağladığını kavramanın zamanı geldi. Yani sorun sadece kemer sıkma önlemlerine karşı mantıklı bir sol direniş gösterme değil, anlaşmayan ulusların AB’si yerine dayanışma içindeki toplumların AB’sini gerçekleştirecek kurumsal değişikleri talep etmek gerekiyor. Özellikle ulusal egemenlik konusu, ulus devlet, politik iktidarın Avrupalı kullanımı vs, Avrupa Solu gündeminin ilk sayfasında olmalıdır. Cumhuriyet, ulus, Avrupa gibi kavramlarla ilgili söylemlerde, Sol olarak burjuva güçler karşısında abandone olmuş durumdayız. Krizin, kendisini ulusal anlamda yerli-yabancı diye bölünme şeklinde gösteren, Kuzey-Güney bölünmesi üzerine inşa edilen Avrupalı anlatımının baskın etkisini kırmak için bizler, bu kritik kavramların içeriğinin açıklanmasına dair fikri hegemonyayı gerçekleştirmeye mecburuz.

Sia Anagnostopoulou

Transform!

Çeviri: Kontra Salvo

0 yorum: