Bu ülkede hak talep edene en kestirme yanıt böyle veriliyor. Grev hakkı, anadilde eğitim hakkı, ölmeden boşanma hakkı, geçmişini araştırma hakkı, parasız eğitim-sağlık hakkı, ibadet hakkı fark etmiyor. Bazen patronun, bazen ülkenin, bazen erkeğin, bazen Türklerin, bazen devletin, bazen Sünni Müslümanların ekmeğini yediğiniz için herhangi bir konuda herhangi bir şekilde hak iddia etmeniz mümkün değil. Aslında mümkün yani teoride herkesin herşeyi talep etme hakkı var (muhtemelen anayasada en çok geçen sözcük “ama”yla devam edersek) ama o zaman da” pratikte ekmeğini yediğinizin iddia edildiği yerden kurşunu yeme ihtimaliniz çok yüksek oluyor.
Bu yüzdendir ki ekonomik gelişmişlik göstergeleri bakımından “bazı” listelerde üst sıralarda görülen Türkiye, sosyal gelişmişlik göstergelerinin yer aldığı “neredeyse tüm” listelerde dip taraması yapıyor.
Dünyanın en büyük 17, Avrupa’nın en büyük 6. ekonomisi olmakla övünen Türkiye’nin diğer bazı göstergelerde durumu şöyle:
İstihdam oranı %44,3′le OECD ortalaması olan %66,1′in hayli altında. Yoksulluk oranı %17 ile OECD ortalaması olan %11,1′in üzerinde görünüyor. Bu konuda ABD’yle yarıştığımızı belirtmek isterim. Az farkla ABD önde: %17,3…
Zorunlu eğitimde her yıl çocuk başına yapılan eğitim harcaması 1256 dolarla OECD ortalaması olan 8070 doların altında, su kalitesinden memnuniyet %64,1′le OECD ortalaması olan %86,1′in altında ve hava kalitesinden memnuniyet %72,2′yle OECD ortalaması olan %80,9′un altında görünüyor. Hortumlamanın kesildiği iddia edilen Türkiye, ilk 10′a giremese bile yolsuzlukta 11. sırada yer alıyor. (*)
Görüldüğü üzere ekmeğini yediğimiz iddia edilen, kadın cinayetleri, homofobi ve etnik ve dini ayrımcılık alanlarında namı yürüyen dünyanın en büyük 17. ekonomisinin sosyal göstergeleri yerlerde sürünüyor.
Aslında toplanan vergilerin büyük kısmının (neredeyse %70) dolaylı vergilerden yani kişilerin gelirlerinden bağımsız olarak satın alınan mallar üzerinden “eşit” olarak toplandığı, dolaysız verginin yani gelir üzerinden alınan verginin yarısında fazlası ücretli çalışanların sağladığı bir ülkede, kimin kimin ekmeğini yediğini tespit etmek çok da zor olmasa gerek.
Ödediği vergiyle Türkçe eğitimi finanse eden Kürt, sünni Diyanet’i finanse eden Alevi, kendisini erkek şiddetinden korumayan güvenlik güçlerini finanse eden kadın, sendikalaşmasını engelleyen patrona verilen teşvikleri finanse eden işçiye bakarsak “ekmek yeme” konusunda kimlerin mahir olduğu ortaya çıkıyor.
Ama aynı “ekmek yiyiciler” maharetlerini hak talep etmeye başlayan bu çevreleri birbirlerine karşı kullanmakta da gösterdikleri için birleşik bir mücadele hattı oluşturmak da mümkün olamıyor. Sonuçta hak talep eden her kesim “Bu ….’nin ekmeğini yiyorsunuz ulan!” diye afişe edilip hedef tahtasına oturtularak yalnızlaştırılıyor. Eğer bu yalnızlaştırma yeterince etkili olmazsa, hak talep edenler “ekmeğini yedikleri yerden kurşunu da yiyor”.
Oysa vakt-i zamanında söylendiği gibi: El pueblo unido, jamas sera vencido(**)… Bunu başaramadığımız sürece ekmek yemesini sağladığımız yerden kurşun yemeye devam edeceğiz.
(*) http://www.oecd.org/els/socialpoliciesanddata/47573495.pdf
(**)Birleşmiş bir halk asla yenilmez
0 yorum:
Yorum Gönder