Aydemir Güler, üşenmemiş, oturmuş Kürtlerle ilgili bir kitap yazmış. soL da üşenmemiş, Aydemir Güler'le oturmuş röportaj yapmış.
Röportajın belli ki en önemli bulunan, Aydemir Güler'in sorularının olduğu kısım giriş paragrafına taşınmış: “Kürt hareketi emekçi sorunlarına ilişkin ne düşünüyor? Kürt hareketi özelleştirmelere ilişkin ne düşünüyor? Kürt hareketi Türkiye’nin NATO üyeliğine dair ne düşünüyor? Kürt hareketi Türkiye’nin Ortadoğu’daki pozisyonuna ilişkin ne düşünüyor? Bunları bilmiyoruz; bizim cahilliğimizden değil.”
Cahillik mi değil mi bakalım. BDP'nin parti programında, yani bir siyasi partinin en temel siyaset belgesinde Aydemir Güler'in yukarıdaki sorularına ne yanıtlar verilmiş.
1) “Kürt hareketi emekçi sorunlarına ilişkin neler düşünüyor?”
BDP programında şöyle deniyor:
Türkiye’de çalışma saatleri diğer OECD ülkelerine oranla çok daha uzundur ve bu hem genel olarak istihdam artışını engellemekte hem de özellikle kadınların iş gücüne katılımı açısından ciddi bir sorun oluşturmaktadır. İş saatlerinin kısıtlanması ve genel olarak çalışma koşullarının düzeltilmesi partimizin öncelikleri arasında yer almaktadır. Sağlıksız çalışma koşullarının değişmesi ve her yıl pek çok işçinin hayatına mal olan iş kazaları ve hastalıklarının önlenmesi için, var olan yasal düzenlemeler genişletilecek ve iş yeri denetim kapasitesi arttırılacaktır.
Sendikalar örgütlü toplumun asli unsurlarıdır. Ülkemiz sendikal hakları tanıma konusunda çağın çok gerisinde kalmış, hatta sırf sendikal hakları tanımamak için imzaladığı anlaşmalara ve ILO sözleşmelerine çekinceler eklemiştir.
Partimiz, temel insan hakları arasında önemli yer tutan örgütlenme ve sendikalaşma haklarının hayata geçirilmesini, çalışan herkese toplu sözleşme ve grev hakkının tanınmasını amaçlar. Partimiz sendikalaşma önünde engel teşkil eden barajlar, noter şartı ve sendikalaşanların işten çıkarılması gibi uygulamalara cevaz veren mevzuatı değiştirecektir.
2) “Kürt hareketi özelleştirmelere ilişkin ne düşünüyor?”
BDP programında şöyle deniyor:
Türkiye’de özelleştirme politikaları, zarar eden kuruluşların elden çıkarılması, sermayenin tabana yayılması ve yeni istihdam alanlarının açılması olarak gündeme alınmıştır. Savunulan bu tezlerin doğru olmadığı uygulamalrda ortaya çıkmış, en kârlı kuruluşlar yok pahasına satılmıştır. Kârlılık açısından önemli potansiyele sahip enerji, doğal gaz, maden, ulaşım altyapısı ve haberleşmenin özelleştirilmesi için onlarca yasa çıkarılmıştır.
BDP, dolaysız kamu yararının esas olduğu eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi alanların ve doğal kaynakların özelleştirilmesine karşıdır. Kamu işletmelerine öncelikli yatırım yapılarak bu işletmelerin verimli bir biçimde hizmet sunması sağlanacaktır.
Bugüne kadar özelleştirilen işletmelerde ekonomik ve sosyal açıdan mağdur edilmiş çalışanların mağduriyetleri giderilecektir. Özelleştirilen kamu işletmelerinin toplum yararına çalışması için denetim mekanizmaları oluşturulacak ve denetim sonuçları kamuoyu ile paylaşılacaktır.
3) “Kürt hareketi Türkiye’nin NATO üyeliğine dair ne düşünüyor?”
BDP programında şöyle deniyor:
Ülkemizde, bölgede ve dünyada küresel barışı, demokrasiyi, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü, adaleti ve istikrarı, halkların birlik ve kardeşliğini tesis etmek için aktif ve sürekli bir biçimde çaba gösterecek olan BDP, ülke, bölge ve dünya barışını zedeleyecek, halklar arası düşmanlıklara yol açacak her türden politika ve yaklaşımlarla mücadele edecektir.
Demokratik hak ve özgürlüklerin geliştirilmesine yönelik uluslararası sözleşmelerin gerekleri eksiksiz yerine getirilerek, bu sözleşmelere aykırı uygulamalar ortadan kaldırılacak ve Türkiye’nin dış politikada bu gerekçelerle sürekli baskı altında tutulması önlenecektir. Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, AGİT gibi uluslar arası ve bölgesel kuruluşlarla işbirliği ve dayanışma temelinde ilişki geliştirecektir. Bu kurumlardan başka hiçbir etki altında kalmadan, kuruluş amaçları doğrultusunda, dünya barışının korunması, uluslararası işbirliği ve halklar arası dayanışma ilkeleri çerçevesinde çalışma yürütülecektir.
Yetmiyorsa: http://www.etha.com.tr/Haber/2013/03/01/guncel/emperyalizme-ve-natoya-karsi-eylem-birligi-kuruldu/
4) “Kürt hareketi Türkiye’nin Ortadoğu’daki pozisyonuna ilişkin ne düşünüyor?”
BDP programında şöyle deniyor:
Ortadoğu'nun bölgesel düzeyde demokratik bütünleşmesi, dünyadaki gelişmelere bağlı olarak temel bir ihtiyaç haline gelmiştir. Bir yandan Ortadoğu’nun demokratik bütünleşmesi için çaba içinde olunurken; diğer yandan da, Ortadoğu halklarının bölgesel çıkarlarını koruyup geliştirecek bölgesel bütünleşmeyi sağlayacak bir dış politika esas alınacaktır. Aynı şekilde enerji ağı açısından bu bölgeyi ve Türkiye’yi ilgilendiren Karadeniz, Kafkasya, ve Orta Asya ülkeleriyle, demokratikleşme, kültürel ve ekolojik işbirliklerine özen gösterilecektir.
Ortadoğu ülkeleri ve İran ile ilişkilerimiz, Osmanlı döneminde de, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de her zaman karşılıklı etkileşim içinde önemini korumuştur. Örtüşen ve paylaşılan kimlikler özellikle bu bölgede sorunlarla iç içe geçmiştir. Bugün tüm dünyanın dikkatini üzerinde toplayan bu büyük çatışma bölgesinde ülkemiz dengeli, tarafsız ancak, sıcak ilişkiler içinde olmak zorundadır. Türkiye insan hakları ve anti-militarizm çerçevesinde ve AB kriterlerini esas alarak, içerden dışarıya barış katkılarını sürdürmek istiyorsa demokratikleşmeyi esas almalıdır. Özellikle tüm Ortadoğu bölgesini kana bulayan, can kaybının yanında, insanlığın binlerce yıldır biriktirdiği ortak maddi ve kültürel zenginliklerin yok olmasına neden olan İsrail-Filistin çatışması ve tahribatı, Irak işgali ve yarattığı tahribat, İsrail-Lübnan çatışması karşısında sorumlu ve katılımcı bir barış diplomasisini yoğunlaştırmak gerekmektedir. Iraktan sonra Afganistan’a, hatta Pakistan’a yönelik haksız, adaletsiz ve uluslararası hukuka aykırı olarak gerçekleşen müdahalelerin sona ermesi için her türlü barışçıl girişime destek verilmesi gereğine inanıyoruz.
Ortadoğu’nun temel sorunlarını oluşturan Kürt sorunu ile Filistin sorununun çözümü için ilgili ülkelerle sürekli diyalog içinde olma esas alınacak, bu sorunların çözümü için bölgesel ve uluslararası düzlemde yapıcı ve dostane katkılar sunulacaktır.
Aydemir Güler, yukarıda sorduğu sorulara yanıt bulmak için zahmet edip de BDP'nin parti programını, basın açıklamalarını, eylemlerini, en basitinden Salı günleri yapılan Meclis grup konuşmalarını takip etti mi bilmiyorum. Takip etmediyse “Bunları bilmiyoruz; bizim cahilliğimizden değil.” sözünü “Bunları bilmiyoruz; çünkü cahiliz” olarak düzeltmek gerekir. Yok eğer takip ettiyse ve buna rağmen Kürt hareketi bu sorulara yanıt vermiyor diyorsa burada bir art niyet olduğunu düşünmekte haklıyız. Yok eğer bu sorulara parti programının verdiği yanıtlar Aydemir Güler ve T'K'P'yi kesmiyorsa BDP'nin Meclis çalışmalarının -yani pratiğinin- istatistiklerine bakabilir: http://www.ajansafirat.com/news/guncel/bdp-blok-grubu-meclis-calismalarinda-yine-fark-atti.htm
Röportajın kalanına devam edince zaten Aydemir Güler ve T'K'P'nin karın ağrısının esas nedeni anlaşılıyor. “Kürt hareketinin Türkiyelileşmemesi” diye ortaya koyduğu şeyin aslında Kürt hareketinin T'K'P ve benzeri şekilde düşünen sol partilerin peşine takılmaması olduğu belli: “Türkiye’de, öncesinde bir dizi deneme olmakla beraber, asıl Kürt Rönesans’ı, Türkiye soluyla beraber yaşanmıştır. 1960-80 arası Türkiye solunun yükselişidir, işçi sınıfının yükselişidir ve aynı zamanda bir Kürt aydınlanmasıdır.”
Yani bir bütün olarak T'K'P'nin, Kürt hareketine yaklaşımı, AKP iktidarı zayıflasın, güçten düşsün diye Kürt hareketinin kendi öngördüğü ajanda doğrultusunda hareket etmesi olarak görünüyor. T'K'P'nin bu kendi teorik ve pratik yetersizliğini ve başarısızlığını kapatmak için Kürtleri kullanmak istemesine ise Selahattin Demirtaş, BirGün gazetesindeki röportajında şöyle yanıt veriyor: “Türkiye’de devrimci hareketler tamamen müzakerenin yanında bence. Ama ulusalcı, Kemalist, AKP karşıtı olan bazı liberallerde, daha doğrusu bu kesimlerin bazılarında “Bunlardan bir şey çıkmaz kardeşim, Erdoğan adım atmıyor, Kürt hareketi de bunu görsün artık” diye bir düşünce var. Bunu söyleyenler de Kürtleri düşündüğü için değil, AKP’ye karşı güçlü bir cephe daha açılsın, Kürtler AKP’ye karşı savaşsın, kendileri de AKP’nin yıprandığını görsün istiyorlar. Bu çevrelere şunu söylemek istiyorum Biz çok zor bir süreç yürütüyoruz. Bırakın devletin 90 yıllık zihniyetini, AKP ile müzakere yürütmek başlı başına bir zorluk. Bu zorluğu özellikle Erdoğan'ın tavrına bakarak herkes görebilmeli. Müzakerenin bitmesi demek savaş demektir, 18-20 yaşlarında çocukların ölmesi demektir. O yüzden ahlaki, vicdani olarak müzakereler tıkanmasın diye elimizden geleni yapmak hepimizin borcudur. Müzakere etmek demek AKP ile siyasi nikah kıymak demek değil, mücadelenin askeri zeminden siyasi zemine kayması demektir.”
Aydemir Güler ve T'K'P, iletişim, bilgi, haber teknolojilerinin bu kadar gelişkin olduğu bir zaman diliminde cahilliğini rahatlıkla giderebilir. Öyle yanıtı verilmeyen, bilinmeyen sorular varmış gibi davranmanın gereği yok. (Yine de iş Aydemir Güler ve T'K'P'ye gelince teknolojiye pek güvenmemek gerekebilir. Neticede Sakallı Celal'in dediği gibi “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur.”)
Hamiş: Ayrıca bu soruların ve yanıtlarının dışında, röportajın sonuna geldiğimizde, her durumda ortodoks-devrimci marksist takılan Aydemir Güler ve T'K'P'nin, mevzu ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına gelince “Bu kavramın, bugünün dünyasında cevap verdiği herhangi bir köklü sorun yok. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı bir anahtar ise önemli tek bir kapıyı açmıyor.” diyerek birden yenilikçi-reformist bir pozisyona kaydığını görüyoruz. Bu cümleden sonra devam eden paragraf ise bu kıvrak manevrayı gerekçelendirmeye çalışmaktan ibaret bir laf kalabalığıyla dolu.
0 yorum:
Yorum Gönder