17 Nisan 2012 Salı

Bin Yıllık Kardeşlik...

Geçen gün internette gezinirken Konda Araştırma Şirketi’nin yaptığı bir araştırmanın basın bültenine denk geldim. Basın bülteni olduğuna göre verdikleri rakamları paylaşmakta bir sakınca olmaz diye düşünüyorum. 

Konda, araştırmasını 17-18 Temmuz 2010 günlerinde, tüm Türkiye’yi temsil eden örneklem ile 59 il, 374 ilçe ve il merkezinde 902 mahalle ve köyde, 10393 denek ile gerçekleştirmiş. Basın bülteninde öne çıkan bazı bulguları paylaşmışlar.

Bulgular ilk olarak nüfus tespitiyle başlıyor. Araştırmaya göre tüm Türkiye nüfusu içinde Türkler yüzde 73,6 ile 53 milyon 377 bin, Kürtler yüzde 18,3 ile 13 milyon 261 bin, diğer etnik grupların toplamı ise, yüzde 8,2 ile 5 milyon 915 bin olarak hesaplanmış. Yıllar içindeki asimilasyonu ve kimliği ifade etmekten duyulan korkuyu görmezden gelerek sayıları doğru kabul edelim. Aslında bu tespitin baskı ortamında yapıldığını varsayarak Kürt nüfusun biraz daha fazla olduğunu düşünebiliriz. “Yıl olmuş 2012, ne baskısından bahsediyorsun sen?” diyenleri ise mahkemelerdeki Kürtçe ifade yasağına, Newroz kutlamalarının engellenmesine, Ahmet Türk’ün kolluk kuvvetleri tarafından darp edilmesine dikkat etmeye davet edip, davete icabeti beklemeden devam ediyorum.

Öncelikle Kürt sorununu ekonomik soruna indirgeyenler için ekonomik verilere kabaca bir bakalım: Ekonomik açıdan baktığımızda, rapora göre Türklerin yüzde 72,9’u, Kürtlerin ise 40,8’i Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) kayıtlı görünüyor. Yani, Kürtlerin yaklaşık yüzde 60’ı devletin sağlamak zorunda olduğu sosyal güvenceden mahrum durumda. Gerçi devletin de Kürtler'e sosyal ve değil herhangi bir güvence sağlamak konusundaki isteksizliğine bakarsak normal karşılayabiliriz bu durumu.

TÜİK verilerine göre kayıt dışı istihdamda ise Bölge’deki oranlar %75’e kadar çıkıyor. Yani nüfusun büyük kısmının işsiz olmasının yanı sıra, çalışabilenlerinin de 3/4'ü kaçak... Buradan da Kürtlerin “kaçak işçi” olarak çalıştırılmaları suretiyle bir kat daha fazla sömürüldükleri sonucuna ulaşmak pek de yanlış sayılmaz. Yani demagoglar tarafından “bin yıllık kardeşlik” ve “etle tırnak gibi ayrılmazlık” hali burada tökezliyor. Kürtler, Türkiye sermayesinin kaçak işçi ihtiyacının karşılanmasında önemli bir kaynak sayılabilir (Evet, kapitalist ekonomilerde böyle bir ihtiyaç vardır).

Ayrıca yine rapora göre Kürtlerin %15,8’i 300 TL ve bunun daha da altında aylık hane geliriyle yaşarken, %32,2’si 300-700 TL arası, %24,3’ü 701-1200 TL arası gelirle yaşıyor (Kürt burjuvazisi gibi zorlama bir ifadeyle tanımlanmak istenen Kürt zenginlerini dikkate almadım. Zira derdimiz geniş ve yoksul kitleler) DİSK’in 2011 Aralık ayı için açıkladığı “Açlık ve Yoksulluk Sınırı Raporu”nda, 4 kişilik bir aile için açlık sınırının 1.011 lira, yoksulluk sınırının 3 bin 197 lira olarak tespit edilmesine bakarsak yaklaşık 9.587.703 Kürt, yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yine aynı istatistiklere göre en az %50’si açlık sınırının da altında yaşadığına kesin gözüyle bakabiliriz.

%73,3'ü yoksulluk sınırının altında yaşayan Kürtlerin “kaçak elektrik" kullanması mevzusuna değinmeden ekonomik boyutu geçmek olmaz. TEDAŞ’tan aparttığım verilere göre memleketin üretiminin 228.430 GwH’lik elektrik üretiminin 22.200 GwH’si (yaklaşık olarak %10’u), kardeş halkın gerçek adını aklından bile geçirmekten imtina ettiği Doğu ve Güneydoğu diye tabir edilen bölgeden karşılanıyor. Buna mukabil neredeyse tüm ekonomik olanaklardan mahrum bırakılan bu insanlar (bkz. 30-40 TL kazanmak için uğraşırken devletin savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürülen Roboskîliler), bir de “kaçak elektrik kullanıyorsunuz” diye azar işitiyor.

Bütün bu “kaba” ekonomik istatistikler ışığında (Işık dedim diye paniğe gerek yok. Ben elektrik faturamı ödüyorum), Kürtlerin yarısından fazlasının SGK’da kaydının olmadığı ve yarısından fazlasının açlık sınırının altında yaşadığı gerçeğini ancak ve ancak şöyle tarif edebiliriz: Kürtlerin yarısından fazlası aç ve açıkta yaşamaktadır.

Bunlar işin ekonomik boyutuydu. Bir de sosyal boyutu var elbet. Konda araştırmasından devam edelim. Türklerin yüzde 57,6’sı gelin veya eş olarak, yüzde 53,5’i iş ortağı olarak, yüzde 47,4’ü komşu olarak bir Kürt’ü istemediğini söylemektedir. Zaten anlamsız bir birliktelik ifadesi olan "kız alıp verme"nin geçerli bir gösterge olmadığı görülüyor. Toplamda Türk halkının yarısı Kürtlerle herhangi bir şekilde uzun süreli iletişime girmek istememekte. Tabi, inşaat işçiliği, temizlikçilik, pazarcılık vb. ağır ve güvencesiz kayıt dışı iş alanları hariç. Yani Türklerin yarısı, evlerini yapan ve temizleyen, pazarda portakal satan ve tezgâhta mideye dolmasını yediği Kürt’le (Neredeyse bütün midye dolmacılar Mardinlidir)  uzun süre bir arada bulunmak istemiyor. Bu isteğin zaman zaman şiddete döküldüğünü; Ordu’ya fındık toplamak üzere ucuz iş gücü olarak giden Kürtlerin kente sokulmaması, İnegöl ve Zeytinburnu’nda Kürtlerin ev ve işyerlerinin saldırıya uğraması, Aydın’da çalıştıkları inşaatın basılması gibi olaylardan biliyoruz. Bu olayların benzerleri Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerleşim bölgelerinde Türklerin başına hiç gelmedi. Buna rağmen ilginçtir ki batıya giden Kürtler saldırıya uğrayacağını akıllarına bile getirmiyorken doğuya giden Türkler kesinlikle başına kötü şeyler geleceğini düşünüyor.

(Denklik kurmak bakımından Kürtler'in yanıtlarını da vermekte fayda var. Kürtlerin de yüzde 26,4’ü gelin veya eş olarak, yüzde 24,8’i iş ortağı olarak, yüzde 22,1’i komşu olarak bir Türk’ü istememektedir. Yani Kürtlerde bu oran dörtte bire kadar düşüyor.)

"Bin yıllık kardeşliğin" Türk tarafı, Kürt sorununun çözülmesi için sunulan seçenekleri şöyle değerlendiriyor: Türklerin, %71,7’si Anayasada değişiklik yapılarak Kürt kimliğinin varlığının anayasal olarak tanımlanmasına, %59,2’si Kürtlerin kendi dillerinde eğitim hakkının kabul edilmesine olumsuz yaklaşmakta. Anladığımız kadarıyla “bin yıllık kardeşlerden" Türk olanı, nitelikli çoğunlukla Kürt olan diğer kardeşin diline, kültürüne ve kimliğine karşı (Sorsalar büyük ihtimal İbrahim Tatlıses ve lahmacun hariç diyeceklerdir). Sizi burada bir dakika saygı duruşuna geçip kardeşinizin ağzını iğne iplikle dikmeye çalıştığınızı düşünmeye davet ediyorum. Elbette bu sorunun Kürtlere sorulanı yok. Zira hiçbir Kürdün, Türklerin dili, kültürü ve kimliğiyle bir sorunu yok.

Kürtlerin, %87,2’si kendi dillerinde yayın hakkının tam olarak kabul edilmesi, %82,1’i kendi dillerinde eğitim hakkının kabul edilmesi, %73,/’si kimliğinin varlığının anayasal olarak tanımlanması, %70,9’u halkoyu ile seçilmiş yerel yönetimlere geniş yetkiler verilmesi gibi isteklerin karşılanması halinde sorunların çözüleceğine inanıyor.

Ezcümle, burada iş Türk kardeşe düşüyor. İş gücünü, dilini, kültürünü sömürdüğü kardeşiyle eşit olmayı kabul edecek mi etmeyecek mi? Edecekse ser seran ser çavan*. Yok, etmeyecekse çok rica edeceğim “bin yıllık kardeşlik” edebiyatına girmeyelim.

* Başım gözüm üstüne

İlgili linkler:
Kürt Meselesi’nde Algı ve Beklentiler
DİSK-Ar Ocak 2012 Raporu
Tarihte Bir İlk: Elektrik Faturası Ödemeyen Bir Kavim Olarak Kürtler

0 yorum: